İki senedir Haziran ayı ilk haftası tesadüfen Müze Ev’ler geziyorum.Hatta üç senedir, 2011 Ernest Hemingway’in müze evi; 2012 Masumiyet Müzesi 2013 Sait Faik Abasıyanık’ın müze evi. Dün Ernest Hemingway’in evini anlattım, bugün Sait Faik Abasıyanık’ın evi ile devam edeceğim.Burgazada’da bulunan Sait Faik Abasıyanık müzesi 2010’dan bu yana Darüşşafaka Cemiyeti’nin sürdürdüğü restorasyon çalışmalarının tamamlanmasından sonra yeniden Mayıs 2013’de tekrar açıldı. Güzel adaya daha da değer kattı. Sait Faik Abasıyanık’ın pek çok hikâyesini kaleme aldığı evde, yazarın el yazması öyküleri ve fotoğraflarının da içinde bulunduğu kişisel eşyaları da yer alıyor. Babasının vefatından sonra kışları Şişli’de, yazları ise Burgazada da,zaman zaman da annesi Makbule Hanım ile bu köşkte yaşamını sürdüren Sait Faik, rahatsızlandıktan sonra zamanının büyük bir kısmını da burada geçirmişti. Yazarın ölümünden sonra evleri, annesinin isteği ile müzeye dönüştürülmüş. Müze, 22 Ağustos 1959 günü ziyarete açılmış. Türk edebiyat dünyasında ilk müze ev olduğu için hem tartışmalara neden olmuş, hem ilk değerli örnek müze ev olmuş.
Makbule Abasıyanık , 8 Kasım 1954 yılında hazırladığı vasiyetinde varlıklarının çoğunu, yazarın eserlerinin telif haklarını ve Burgazada’daki köşkü (müze yapılması şartıyla) Darüşşafaka Cemiyeti’ne bırakmıştı. Bunun nedeni, 1954’te ölümünden önce oğlu Sait Faik’in bu lisede düzenlenen bir edebiyat matinesine katıldıktan sonra ortamdan çok etkilenerek, annesine malvarlıklarını bu kuruma bağışlamayı teklif etmiş olması idi. 1964’te bu vasiyetin Darüşşafaka Cemiyeti’ne intikal etmesi üzerine müze evin bakım, onarım gibi sorumluluklarını cemiyet üstlenmiştir. 2009’da restorasyon çalışmaları başlatılmış, müze dört yıl kapalı kaldıktan sonra 2013’te yeniden ziyarete açıldı.
Burgazada’daki ev, babası Mehmet Faik Abasıyanık tarafından Burgazadalı bir Rum doktordan satın alınmış. Evin yaklaşık 200 senelik bir geçmişi bulunuyor. Burgazada vapur iskelesine iner inmez sol tarafınızdaki Fayton Meydanı’ndan yukarıya doğru yürüdüğünüzde sol tarafınızda Aya Yani Kilisesi var. Kilisenin hemen çaprazındaki Sait Faik Sokak’tan çıkınca, beyaz boyalı görünümüyle Sait Faik’in hayaller kurduğu, evi karşınıza çıkıyor.
Ben iki ev arasında çok benzerlikler bulduğumu Ernest Hemingway’in evini anlatırken yazmıştım. Belki en önemlisi müze evleri gezerken, size yaşattıkları duygu yoğunluğu.
İki ev de de mobilyalar, tablolar, kullanılan özel eşyalar, çalışma odalarını da, birbirine benzettim. Dönemleri aynı, ama ikisi de birbirinden çok uzak dünyanın iki ayrı ucundalar.
Ev hakkında daha fazla yazmak istemiyorum,geri kalanını sizin hayallerinize bırakıyorum.
Bu da evin penceresinden görünen manzara. Burgazada’ya giderseniz uğrayın, bu güzel eve, belki Sait Faik’in bir kitabını da yanınızda götürürsünüz.
Aşağıya yazarın hayatının kronolojik özet anlatımını koydum.Sevgiler, sevgiler
Sait Faik; Kasım 1906’da Adapazarı’nda dünyaya geldi. İstanbul’da 11 Mayıs 1954’te sirozdan yaşamını yitirdi. İlköğrenimini Adapazarı Rehber-i Terakki Mektebi’nde yaptı. İki yıl Adapazarı İdadisi’nde öğrenim gördü. Kurtuluş Savaşı‘ndan sonra ailesi İstanbul’a yerleşince İstanbul Sultanisi’ne girdi. Onuncu sınıfta bir öğretmene yapılan şaka yüzünden sınıfı dağıtılınca Bursa Erkek Lisesi’ne geçti, 1928′de buradan mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde bir süre eğitim gördü. Ekonomi öğrenimi için İsviçre Lozan’a gitti. Kısa süre kaldı ve Fransa’ya geçti. 3 yıl Fransa’da Grenoble’da yaşadı. Eğitimini yarım bırakarak 1933′te İstanbul’a döndü. Kısa bir süre Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi’nde Türkçe grup dersleri öğretmenliği yaptı. Babasının desteğiyle girdiği ticarette de başarılı olamadı. Daha sonra hiçbir işle uğraşmadı. Geçimini babasından kalan mirasla sürdürdü. Yaşamını Şişli’de Bulgar Çarşısı’ndaki apartman ve Burgaz Ada’daki köşklerinde annesiyle geçirdi. Şiir yazmaya İstanbul Sultanisi’ndeki öğrencilik günlerinde başladı. Öyküye Bursa’daki öğrencilik zamanında geçti. İlk öyküsü “Uçurtmalar” 9 Aralık 1929′da Milliyet gazetesinin sanat sayfasında yayınlandı. 1934-1940 arasında Varlık, Ağaç, Servet-i Finuni, Uyanış, Ses, Yeni Ses, Yaprak, Yenilik gibi dergilerde yayınlanan öykülerinle tanınmaya başladı. Sait Faik ilk ürünlerini ortaya koyarken, Türk öykücülüğünde durum şöyleydi: Bir yanda Ömer Seyfettin‘in “milli hikayecilikcilik” etkisi sürüyordu. Refik Halit Karay’dan F. Celalettin’e uzanan gülmece ağırlıklı “fıkra-öyküler” yönelimi” vardı. Sabri Ertem ve Sabahattin Ali ile yerine oturan “gerçekçi yönelim” ve Memduh Şevket Esendal’ın içten ve yalım anlatımı.Sait Faik bu ortamda ilk öyküleriyle gözlemci bir yazar olarak belirdi. Ama kısa sürede öyküyü olaydan sıyırmaya yöneldi. Bu yönelişinde onun gerçeği ya da durumu bir anlatıcıdan, kendi “ben”inden geçirme eğiliminin de büyük payı vardı. Bu, öykülerinde doğal bir öznelleşme süreci hazırladı. O “ben” evrensel bir insanlık duygusunun odağı olduğu için, insanlığın tüm çelişkilerini, bunalımlarını öyküsünün temeline yerleştirdi. Ona göre her şey insanı sevmekle başlar. İlk dönem ürünü öykü kitaplarında Adapazarı ile İstanbul’daki çocukluk ve ilk gençlik yıllarını anlattı. Sonraki yapıtları giderek bir şiirsellikle doldu. “Lüzumsuz Adam”, “Mahalle Kahvesi”, “Havada Bulut” gibi eserlerinde esnaf, işsizler gibi dertli insanlara, toplumun acı çeken kesimlerine yöneldi. “Kumpanya” ile öykülerine giren karakterler arttı. Gezgin tiyatro topluluğu, cambazhane çalışanları, emekli miralay, Galata, Samatya, Yedikule’deki deri işçileri, meyhaneler, sabahçı kahveleri, çımacılar, garsonlar. “Son Kuşlar”da bir tür düş kırıklığı hissedilir. Sait Faik, toplumsal düzenin çirkinlikleri, sahtelikler, adaletsizlikler karşısında direnen insanın yalnızlığını keşfeder. Sonraki kitaplarında bu karamsarlık artar. “Alemdağda Var Bir Yılan”la gerçeküstücülüğe yöneldi. Hikayedeki konu ve olay akışını iyice ortadan kaldırdı. Öykülemeyi ruhsal değişiklikler yoluyla yaptı. Gerçeküstücü öğelerle kişinin yalnızlığı ve bunun yarattığı acıları irdeledi. Öykü, roman ve şiirlerini yaşamın hakkını vermek için yazdı. Sürekli kullandığı ana tema yaşama sevinci oldu. Sıradan insanlar, işsizler, hamallar, balıkçılar, sokak kadınları, kimsesiz çocuklar, emekçiler ve küçük burjuvalar onun insanlarıdır. O bu insanlarda evrensel insanı yakaladı. Aynı zamanda bir İstanbul öykücüsüdür. Doğa güzellikleri karşısında başı döner. Toplumsal sorunlar onu bireysel planda bir hayıflanmaya sürükler. Böyle anlarda karamsar bir tablo çizer. Toplumsal çelişkiler karşısındaki tavrı öfke, yenilgi ve kaçış olur. Ölümünden sonra Burgaz Ada’daki evi müze haline getirildi. Annesi “Sait Faik Hikaye Ödülü” oluşturdu. Çağdaş edebiyata katkılarından dolayı Amerika’daki Uluslararası Mark Twain Derneği’nin onur üyeliğine seçildi.
ESERLERİ ÖYKÜ: Semaver (1936) Sarnıç (1939) Şahmerdan (1940) Lüzumsuz Adam (1948) Mahalle Kahvesi (1950) Havada Bulut (1951) Kumpanya (1951) Havuz Başı (1952) Son Kuşlar (1952) Alemdağ’da Var Bir Yılan (1954) Az Şekerli (ölümünden sonra, 1954) Tüneldeki Çocuk (1955) Mahkeme Kapısı (Adliye röportajları) (1956) Balıkçının Ölümü-Yaşasın Edebiyat (1977, derleyen Muzaffer Uyguner) Açık Hava Oteli (1980, Konuşmalar-mektuplar derleyen Muzaffer Uyguner) Müthiş Bir Tren (1981, deleyen Muzaffer Uyguner) ŞİİR: Şimdi Sevişme Vakti (1953) ROMAN: Medar-ı Maişet Motoru (1944, ikinci baskı 1952′de “Birtakım İnsanlar” adıyla) Kayıp Aranıyor (1953) Yaşamak Hırs