Çok Özel Bir Arkadaşım Var..

Öne Çıkan

Onun ile her beraberliğim de, daha da hayran oluyorum.Günümüzün ileri yaş ikonları gibi..Annecim de yaşasaydı, şimdi onun yaşında olacaktı. Annem de çok hoş bakımlı, hep özenli şık  bir kadındı. O ise tam bir moda ikonu, hemen fark edilen tarzı, ışığı, ve muhteşem enerjisi onu farklı kılıyor. Gerçek yaşında değil, kendini çok genç  hissediyor, yaşıyor. Doksan İki   yaşında değil de otuzlu yaşlarda gibi..

Şimdi düşününce, anneannem de yengem de maşallah bu yaşlarda çok enerjik ve hayatı severek yaşayan iki kadındı. Ailemizde yüz yaşın  üstünde yaşayan iki muhteşem kadın..

Üç muhteşem yüz yaş civarı   yaşayan kadın da kocamın ailesinde vardı. Annesi ve iki kız kardeşi üç olağanüstü kardeş..Hepsi ile harika anılarım var. Onlar ile vakit geçirmekten, sohbet etmekten, kitap, müzik, günün olaylarını, anıları  konuşmaktan çok hoşlandığım evlerinde harika sofralar ve sohbetlere konuk olduğum kadınlar..

Ama onların hiçbiri doksanlı yaşlarında kendi başlarına sokağa çıkmaz, araba kullanmaz, seyahat etmezlerdi. Evlerinde, yaşlarına göre çok şık bakımlı ve özenli idiler..

Ama o, son model arabası, inanılmaz şıklığı, ile günün her saati sokağa çıkıyor. Onun için yemeğe, konsere, kafeye, davete pikniğe, alışverişe, her aktiviteye gitmek, olmazsa olmazı..ve bunu dünyanın her yerinde yapıyor. Yılın üç ayını Miami South Beach ki evinde geçiriyor. Her gün evinin önündeki çok hareketli caddede, alışveriş yapıyor, kafede içkisini içiyor, arkadaşları ile buluşuyor, yemeğe çıkıyor. Çok özel yerlere davetlere katılıyor.Her yeniliği keşfediyor, takip ediyor. Mutlaka herkesten önce gitmek, sonra da arkadaşlarını götürmek istiyor.

Evinde arkadaşlarını ağırlamayı çok seviyor. Miami de olunca gelen dostları, arkadaşları uzun da kalıyorlar tabi..Evi misafirlere uygun konfor ve şıklığı  ile her zaman hazır.. Hepsi için inanılmaz düşünceli, hassas ev sahipliği yapıyor..Aynı şeyi çok uzun yaz dönemi kaldığı Bodrum evin de de yapıyor. İstanbul evi de aynı konfor ve şıklık ta  her zaman dostlarını sevdiklerini kucaklamaya hazır..

Onu biraz anlatabildim mi bilmiyorum. Biraz da fotoğrafını çeker gibi de anlatayım size..Aynı Barbra Streisand tarzı bir burnu, renkli gözleri, harika kısa küt kesim, sarı saçları, muhteşem aksesuarları, takıları, çantaları ayakkabıları, şalları, altında çok uyumlu renkli jüponları olan elbiseleri ile tam bir ikon. Farklı özgün bir tarzı var, ama asla fazla çılgın, çok abartılı değil, çok uyumlu, çok yerinde şık ve mutlaka son moda, genç enerjili..

O yaşamı çok seviyor, her gün inanılmaz bir neşeyle uyanıyor, bugün ne yapacağım diye düşünmüyor, her günün aktivitesi var. Hem bir değil bir kaç aktivite. Ne giyeceğini uyanınca düşünüyor. Çünkü çok detay var. Dolaplar dolusu kıyafet takı, ayakkabı çanta.. Onların kombinlerini kafasında yapar yapmaz, gün başlıyor..Geç çıkacaksa kahvaltısını özenle yapıyor, erken çıkacaksa, özenle giyiniyor, hazırlanıyor. Birilerine davetli ise mutlaka sürpriz hediyeleri kişiye özel hazırlanmış olarak var. Her zaman takı atölyesinde çok güzel tasarımlar yapıyor. Her evinin bir bölümünde, aletleri rengarenk taşları, boncukları ile bir takı atölyesi var.O atölyelere dünyanın her tarafından değişik malzemeler taşıyor, getiriyor. Orada yaptığı her şey kendine olsun, sevdiklerine olsun, özenle düşünülmüş seçilmiş oluyor, elbisesine uygun, saçına uygun, evine uygun, gününe uygun. Götürdüğü zaman kim olursa çok mutlu eden takılar hediyeler..Kışın da şallar örüyor, rengarenk, şallar.. lizozler hep farklı, çok değer katan..

Seyahati çok seviyor dememe gerek var mı? Her an dünyanın bir ucuna bir seyahate gitmeye hazır, herkese çılgınca takılmaya var..Gittiği sevdiği yerlere tekrar gitmeye, dostlarıyla beraber olmaya her zaman hazır..Yorulmak yok, bu sefer kalsın, ben gitmeyeyim demek yok.. Aynı anda bir kaç yere gidemediği, birini seçmek zorunda kaldığı zaman da çok üzülüyor, aklı kalıyor.

Ailesi de böyle yaşayan, büyük geniş bir aile, kuzenler, kuzenlerin çocukları, torunları.. Her sene dünyanın bir başka yerinde buluşuyorlar, birlikte uzun bir tatil yapıyorlar. Her sene böyle bir seyahat programı var..Bazan bu seyahatlere düğünler de ekleniyor. 

İnternet, sosyal medya  kullanıyor, sadece günümüzü değil, futurist yaşamı da takip ediyor.Elon Musk’ı senelerdir merakla izliyor. Survivor, Outlander seyretmeyi çok seviyor.Uzun yazacak olsam, ekleyecek, anlatacak o kadar şeyim var ki…

Böyle çok renkli, hayat dolu bir arkadaşım olduğu için, ve ona tüm enerjimi kaybettiğim, tekrar kendimi toparlamaya çalıştığım günlerde rastladığım için ne kadar  şanslıyım. Bu bir tesadüf değil bence…

Ben de ona, ve dostlarına, sık, sık  keyif ile katılıyorum. Hatta muhteşem evlerinde kalan şanslı arkadaşlarından biriyim, ben de onu evimde ağırlamaktan onun ile seyahatlere gitmekten, denizde plajda alışverişte, özellik ile konserlerde, hatta konser seyahatlerinde olmaktan çok mutlu oluyorum. Onunla yaşadıklarımı diğer arkadaşlarıma anlatmaktan, onları tanıştırmaktan çok keyif alıyorum. Onunla olduğumda; enerjisine ayak uydurmaya çalışıyorum. Bana her program yapalım, bilet alalım, öğrenelim, takip edelim dedikçe, bazan keyifle bazan de ona mahcup olmamak için, gayret ediyorum.Aramızda çok yaş farkı olmasına rağmen, onun kadar çılgın ve enerjik  olamıyorum. Ama olmak istiyorum, onun bana muhteşem bir örnek olduğunun farkındayım. Onu gördükçe daha iyi anlıyorum ki; sağlığının bu muhteşem enerjisinin kaynağının hep içindeki çocuk sesinin istediklerini yapıyor olması.. Anı yaşamayı çok iyi biliyor. Nasıl mutlu oluyor, ve mutluluğunu nasıl güzel ifade ediyor. Geleceğe endişeyle bakmıyor, telaşlanmıyor.  Geçmişi güzelliklerle anıyor. Bu yaşa gelip acılar yaşamamış olabilir mi? Mümkün değil, biricik kızını  ellili  yaşlarda, bir anda  beyin kanaması sonucu kaybetmiş. Bunu atlatmak kolay mı? Ama yapmış. Torununa sahip çıkmış, ona en iyi arkadaş olmuş, sevgili olmuş.. Önemli olan bu değil mi? Onu örnek alan, hayata sıkı sıkı tutunan, şu anda Los Angeles da  kendi ayakları üzerinde duran anneannesine hayran ve  de her zaman sahip çıkan çok başarılı bir genç..

Hayat paylaşınca güzel..özellikle de güzellikleri, mutlulukları, sevgiyi..

Meltem Kurtsan ile Herbafarm’da

Öne Çıkan

Tarife göre orman yoluna saptım, tabelaları takip ederek yukarı doğru tırmanıyorum, kuşlar gibi hafif ve mutluyum, HerbaFarm’a sonunda gidiyorum. Bana çok yakın Yalıkavak’ta şehrin içinde sayılabilecek konumda, ama bir türlü bu güne kadar gidememiştim. Herbafarm’ı henüz ulaşmadan görmeden tabelalar beni çok heyacanlandırıyor. Seneler önce sevgili Meltem’in anlattıkları hep kulaklarım da, Yalıkavak’ta 17 dönümlük arsayı alışı, heyacanı, orada bölgenin doğasına uygun bitkileri, ağaçları sahiplenmesi, hiç doğal yapısını bozmadan, ama toprağın daha da verimli olması için uğraşması, yeni hayalleri için çabaları, denemeler, yılmadan eğitimler, seminerler peşinden koşması hepsini heyacan ile takip ediyorum.

Şimdi de her şeyi yerinde göreceğim için heyacanlıyım, hayaller böyle gerçek oluyor, çabalar, gayretler ile olmayacak, başarılamayacak şey yok. Herbafarm’a vardığım da büyük demir kapı açılıyor, içeri de doğal ortama uygun eğitim, çalışma, satış alanları hatta konaklama yapılabilecek yapılar var…Gezinen tavuklar çiftlik hayvanları var, ayrıca..,Sevgili Meltem bütün kucaklayıcılığı ile, gönüllülüğü ile, bilgisi ile bizleri çok mutlu ediyor. Hep hayranlıkla izlediklerimi, bu gün dokunarak, kendinden dinleyerek, görerek çok daha mutlu oluyorum.Sevgili Meltem ne kadar güzel hayaller kurdun, gerçekleştirdin, faydalar, iyilikler oluşturuyorsun..Onları paylaşarak eğitimler düzenliyorsun, aromaterapi konusunda yeni iş kurmak isteyenlere yol gösteriyorsun, yardımcı oluyorsun, kutluyorum, kucaklıyorum, emeklerine sağlık…

Herbafarm ekolojik çiftliğinde tıbbi ve aromatik bitkiler yetiştiriliyor, kurutuluyor, özleri çıkarılıyor, ayrıca doğal meyvalar sebzeler yetiştiriyor, çiftlik hayvanları var. En önemli site internet üzerinden http://www.herbafarm.com.tr adresinden eğitimler düzenliyorlar..Tıbbi ve aromatik bitki yetiştiriliği, aromaterapist nasıl olunur, aromatik iş nasıl kurulur,, doğal krem ve doğal kozmetikler üretme, doğal güneş yağı, bakım ürünleri nasıl yapılır, bu konularda iş kurma nasıl yapılır konu başlıklı eğitimler veriliyor. Eğitime katılanlara da Amerika da ki Naha kurumundan onaylı sertifika veriliyor.

Herbafarm’da önümüzdeki günlerde internet üzerinden yine çok değerli eğitimler var. Aromaterapi alanında bilgi sahibi olmak, eğitim almak, ya da arometerapi ile ilgili iş kurmayı düşünüyorsanız, siteyi mutlaka ziyaret ediniz…

http://www.herbafarm.com.tr

Bu gün belki sizin için de hayatınız da yeni bir başlangıç olabilir…

Yeni Haftaya Merhaba…

Öne Çıkan

Zor, acılı, ve de bir o kadar aralara güzellikler sıkıştırılmış günler yaşıyorum.Zorluklar ve acılar fiziki.. Ağrılarım var, ve bu ağrılar bu ara dizimde ve beni yürütmüyor…Yapılacak hiç bir şey de yok gözüküyor, okuyorum, araştırıyorum, romotoloğuma gidiyorum, yeni doktorlar, yeni nesil tıp doktorları, alternatif tıp, aromatik tıp çözümleri, fonksiyonel tıp hepsini takip ediyorum, uyguluyorum, hepsi nafile…bu ara böyle.. dönemsel olsa, çok arıza bırakmadan beni terketse, ya da coronadan beklediğimiz çözüm gibi, benim hastalığım için de çözümler olsa diye dua etmekten başka çarem yok.. Zaman zaman yürümekte zorlansam da deniz kenarına inebiliyorum, eskisi gibi yüzemesem de deniz ile kucaklaşıyorum..Suyun serinliği, beni kucaklaması, o kadar kendimi iyi hissettiriyor ki…sahilde evde kendim ile geçirdiğim saatlerde çok mutlu oluyorum. Çok bol okuyorum, kitaplarım ile büyük aşk yaşıyorum. Hepsi ile ayrı ayrı maceralar, yolculuklara çıkıyorum. Aslında en çok ihtiyacım olan şeyi yapıyorum, kendim ile yalnız kalabiliyorum.

Bu ara arkadaşlarım, dostlarım ile buluşmalarımı da çok yürümeden, dizimi zorlamadan yapabiliyorum. Nasıl mutluyum anlatamam. Sabah kalkıp her zaman annemin yaptığı gibi; günün aktivitesi ve benim mooduma uygun , kendimi en beğendiğim şekilde giyiniyorum, hazırlanıyorum. Sonrası da aynı moodda gidiyor. Acılarım da kendi başlarına bana yapışık hiç aldırmadan sonuna kadar zorluyorlar. Buzlar, ağrı kesicilerden başka çözümüm de yok.. Ama mutluyum, denizde, deniz kenarında, evimde, terasımda, sevdiklerim ile palmiyelerin altında, yeni bir eğitimde, bilgisayarım ile çalışmada…yeni yerler, yeni lezzetler, yeni kitaplar , yeni bilgiler, yeni öğretiler, yeni çalışmalar arasında… şükrediyorum aldığım nefese..Yaşam devam ediyor, herseye rağmen…

Sonra kendim ile kalınca anlıyorum ki ben ağrılarımın peşinden gelen çağrıyı da çözmeye anlamaya çalışıyorum. Belki o ağrılar olmasa, oradan oraya daha çok koşturmakta olacağım,farklı şekilde yaşayacağım. Ağrılarımı susturup, bana gelen çağrıyı duymaya uğraşıyorum, çabalıyorum.. Her şeyin bir nedeni var, evren kusursuz, muhteşem, biz de onu anlayabilirsek, ona uyumlu, faydalı bir parçası olursak, yaşam bize daha güzel olacak …İyi haftalar diliyorum.. sevgiler…

Bu Gün Tanrım Beni Ödüllendirdi…

Öne Çıkan

Uzun zamandır gitmeyi düşündüğüm koydayım bu gün…Bu nasıl güzel bir yer! Neden gelmemişim bu kadar zaman…Ağaçlar içinden gidilen yolu güzel, köyün girişi güzel, girişteki köy kahvaltısı yaptığımız yer günün bonusu.. Sonra arabadan inmeden gözüken turkuaz deniz, tekneler, saksafon sesi, minik dalgalar, suyun içinde ahşap şezlonglar, hasır şemsiyeler..Rüya damıyım dedirtiyor..Ya da ben mi çok beğeniyorum…En güzeli soru yok, telaş yok, mekan seçilmiş,rezervasyon yapılmış, şezlonglar bizi bekliyor..Suların ayaklarımızı ıslattığı şezlonglara mı uzansak,sularda mı kaybolsak, kıyıyı yüzerek mi dolaşsak, hiç sessiz mi kalsam, nefesimi tutup bilemiyorum…Ama hepsini yapıyorum, sakin sakin..Önden dalgaların sesi, arkada harika bir müzik..

Evet en güzeli de sen de benimlesin..Evden çıkarken taktığım yeşil şapkama aynada bakarken önce senin gözlerini gördüm üstümde..Evet yıllar önce bir Akdeniz seyahatinde bir mağazada rengini beğenip takmıştım kafama ve sana dönüp sormuştum, nasıl oldu diye..”çok güzel” demiştin, o an olduğu gibi gözlerimin önünde… gözlerindeki muhteşem ışık pırıltıları, o harika sevgi dolu bakışın.. ve sonra beraber çıktık evden … Sen yanımdayken ben hep daha mutluyum.. Biliyorum tanrının hediyesi bu gün bana…

Yeniden

Öne Çıkan

Yazamadığım onca yıl sonra mı demeliyim, Oldukça büyük bir ara..

Evet yazamadığım uzun yıllar, ve tekrar yazmak istiyor muyum, emin değilim. Bu ara çok farklı bir kitap okuyorum. Julia Cameron’un “Sanatçının Yolu”.. <Daha Üstün Yaratıcılık İçin Spiritüel Bir Yol> bir eğitim kitabı..hepimizin ilgisini çeker spiritüel konular değil mi? Bende 1990 lardan beri hep okurum, denerim, uygularım, zaman içinde yolculuğa çıkarım, ya da çok derinlere inemem, ulaşamam, çıktığımı hayal ederim. Şimdi yine öyle bir dönem de beni bu yolculuğa çıkaran yazarım ve kitabım ile her gün düzenli vakit geçiriyorum.12 haftalık bir eğitim kitabı bu. Okuyorum, uyguluyorum, görevlerimi yapıyorum, her hafta raporluyorum.. Bir de beni yolculuğa başlatan kızım ile, canım ile her gün paylaşıyorum. Onunla da aynı zamanda başladık, birbirimize yaptıklarımızı anlatıyoruz. Onun çok yoğun çalıştığı bir dönem.. Gerçi hep yoğun çalışır, yoğun yaşar.. Benim bu ara en uygun en rahat dönemim. Bir sürü eğitimin, çalışmanın ara verildiği yaz dönemi ve de tatil moodundayım. Koşmuyorum, özellikle de yeniden sakin olmaya sakin yaşamayı denemeye çalıştığım bir dönem..Hep koşarım, çalışırım yapamam bu sefer yapıyorum. Bol bol okuyorum, yüzüyorum, her sabah yazıyorum..Dışarıya yüzmenin ve gerekli işlerin dışında pek çıkmıyorum. Minik çok temiz bir köy plajı ve ev arasında geçiyor, zaman.. Gün doğumlarına uyanıyorum.. harika kırmızılığı seyrediyorum, yaşıyorum, içinde ben de yeni bir güne doğuyorum. Sonra kocaman sokak kapımı sonuna kadar açıp, gün ışığını içeri alıyorum. O ışık nasıl güzel; kalın kapı açılınca içeri giriyor, içeriyi andınlatıyor, ısıtıyor, harika bir duygu..Sonrası güzelliklerle devam ediyor, haberleri dinlemedikçe, mesajlara bakmadıkça.. Ama mümkün mü değil, o zaman da denize koşuyorum, sularla yeniden tazelenmeye, üzerimdeki yükü, kötü enerjiyi atmaya, çalışıyorum. Sabah denizleri hep ayin gibi muhteşem oluyor. Bir iki saat için de kalabalıklaşır her yer, şimdi bomboş, tertemiz, sessiz, hayran olmamak defalarca şükretmek, dokunmak değil, güzelliklerin içinde olmak muhteşem.. renklerlerle, ışıkla, suyla gökyüzü ile etrafımızı saran çiçekler böcekler cıvıltılarla kucaklaşmak, daha ne isteriz.. Evet anı yaşamanın onu içimize almanın, ya da anın içinde kaybolmanın keyfiyle.. günaydın..

Bu dönem zaten her şeyiyle yeni bir dönem, yeni bir dünya yeni bir evren..

Hayat Bazen Şok Sürprizlerle Dolu..

2018 Ekim ayı başında  çok önceden planlanmış, çok keyifli geçeceğini umduğumuz bir seyahate çıktık. Kuzenim ve eşinin senelerdir  arkadaşları ile düzenlediği gezilerden birine ben de iki arkadaşımla dahil olmuştum. Tam 28 kişilik grup ile Kanada’yı kuzeyden güneye kıyıdan gemiyle gezecektik.

Sonbahar, Kanada’yı ziyaret etmek için muhteşem bir zaman, çünkü ağaçların yeşilden, canlı sonbahar sarılarına ve kırmızılara dönüştüğü günler… Bizde yaşilden, sarıya,turuncuya  kırmızıya dönen yaprakların yolunu izleyecektik.. Sonra  ben ve iki arkadaşım ile Miami’de bir hafta daha geçirecektik. Neredeyse yirmi beş günlük uzun bir seyahat programı idi..Her şey çok güzel başladı, uzun bir yolculuk ve her mevsim yaşanacak, hem montlar, botlar, kazaklar, hem de çok ince yazlık plajlık giysiler gerekecekti. Bavul hazırlamak hep zor gelir bu sefer daha da zor geldi. Çünkü hep çok az şey almak istiyorum. Bavul taşımak çok zor geliyor. Çok az yerde indir bindir olsa da, büyük bavuldan kaçıyorum. Ama küçüklerine de sığamadım. Sonunda iki küçük olmayan bavulla yola çıktık, ilk durak Montreal’e uçakla  gittik, otelimize yerleştik. Sabah kahvaltı şehir turu ve şehre bir buçuk saat mesafedeki Quebec Limandan gemimize bineceğiz. Her şey mükemmel, kuzenimin organize ettiği mini otobüsümüz geldi,özel yerel rehberimiz geldi. Otel odamızı boşalttık, Montreal turumuz başladı.

Bulutlu kapalı bir hava ve tuhaf görüntülü, şakacı mı desem, farklı mı desem bir rehber bize anlatıyor, ve adım, adım otobüs ile şehir turu yapıyoruz, bazı yerlerde inip resim çekiyoruz. Vaktimiz az, program yoğun..Sonra sıra şehrin en önemli katedralini  gezmeye geldi. Önü çok kalabalık, kuyruklar var, o gün Kanada için thanksgiving aynı zamanda.. Bizim önceden alınmış randevumuz  olduğu için özel olarak sıra beklemeden içeri alındık. Harika bir ayin vardı, biz de oturup dua ettik, mumlarımızı yaktık, ayini izledik. Sonra da çıkıp otobüslerimize geldik.

Benim müthiş maceram da tam burada başladı. Otobüste yerimi alınca çantamdan bir şeyler almak istedim. Ama biletim, pasaportum, ve portföyümün çantamda olmadığını gördüm. Cruise biletim, ve pasaportumu bir zarf içine koymuştum. O ve içinde tüm kartlarımın paralarımın tüm kimlik belgelerimin, ehliyetimin olduğu portföyüm..Şaşkınlık ve  panikle; gerekli gereksiz her yeri aramaya başladım. Ama hiç biri yoktu. Etrafıma arkadaşlarıma söyledikçe onlar da benim ile aramaya başladılar. Endişeler artmaya başladı.Otobüs ve rehber programı dahilinde hareket etmek zorundaydı, herkes bana bakıyordu, benim suratım ne haldeydi, tahmin edersiniz, tüm şaşkınlığım ve acizliğim içinde onların da programlarını geciktirme mahçubiyetim ile ben ineyim,bir yerlere dönüp bakayım, falan diye geveliyordum her halde.. İçinde olması hiç mümkün olmadığı halde otobüsden bagajların arasından bavullarım indirildi, onlara da bitkince tekrar baktım. Zaten yanıma aldığıma emindim.Bavula hiç girmemişlerdi. Tekrar valizler otobüse kondu. Otel telefonla arandı, onlardan da olumsuz cevap alınınca, kuzenim ve eşi  grubu şoföre ve rehbere emanet ederek, “siz tura devam edin,biz gidip katedralin çevresine bakalım, belki para ve kartları alıp, pasaportu ve bileti  bırakmışlardır, sonra size katılırız” dedi ve  onları yolladı. 

Biz üçümüz, katedrale koştuk, oradaki meydanın çevresinde her yere bakmaya çalıştık, özellikle de çöplere baktık. İçeri girmeyi düşünmedik, zaten kapı çok kalabalıktı. Sonuç alamayınca koşarak bir karakol aramaya başladık, zabıt tutturduk. Konsolosluk şükran günü dolayısıyla  kapalıydı..Sonrada çaresiz grupla buluştuk, grubun artık kısıtlı vakti kalmıştı, saat dörtte Quebec’te limandan gemiye binmeleri gerekiyordu. Benim pasaportsuz, kimliksiz biletsiz hiç bir şansım yoktu. Orada kalacaktım. Benim arkadaşımlarımdan biri ağlamaya başladı, diğerinin tansiyonu fırladı, kuzenimin arkadaşları üzgün ve çaresiz diler..Onları ve kendimi teskin etmek için ne yapalım, üzülmeyelim kısmet değilmiş siz gidin ben bir otele giderim, yarın da sabah konsolosluğa gider geri dönerim dedim.. İşte o zaman benim  o ana kadar düşünmediğim gerçek ortaya çıktı. Kimliksiz hiçbir  otele gitme şansım yoktu. Onlar ben aranırken bunun zaten farkındalarmış.. Bu bana son darbe oldu. Tabi param, kartım hiç bir şeyim de yoktu, ama önce kuzenim, hiç merak etme deyip bana yüklüce para  verdi, arkadaşlarım da teklif ettiler..Kartlarını vermeyi teklif edenler oldu, ama kimliksiz ne yapabilirdim..Hiç aklıma gelmeyen buydu. Otobüs grup beni bırakıp gitmek zorundaydı, ben iki büyükçe valizim ile nerede sabahı bekleyecektim. Arkadaşlarımın, grubun bana bakan gözlerini hiç unutmuyorum. Onlar da benim onlara şaşkın bakışımı hiç unutmadıklarına eminim. Bu ara gruptan bir çift, bir gün önce  mimarlarının Montreal’de öğrenci olan kızları  için Türkiye’den bir paket getirip teslim etmişler. Başka bir ihtimal kalmazsa ihtimali ile, onu  aramışlar ve sormuşlar, “Bir arkadaşımızı burada bırakmak zorunda kalıyoruz, ona yardım edebilirmisiniz? bu gece ona kalacak bir yer bulunabilir mi “ diye.. O da benim evimde odamda kalabilir, oda arkadaşım tatil için evde yok. Ben onun odasına geçebilirim demiş. Bu bana nasıl bir mucize, destek oldu, o anda.. anlatmak mümkün değil. Herşey çok kısa sürelerde oluşuyordu, beni güvenilir bir yere bırakmak istiyorlar ve limana da acele gitmek zorundaydılar. Nasıl mutlu oldum. Şükran gününde ben de sığınacak sıcak bir çatı bulmuştum. Onların da içi rahatladı, beni gezi otobüsü ile  kurtarıcımın  evinin önüne getirdiler, iki  büyük sayılır valiz ile indim. Küçük bir öğrenci evi, minik dar merdivenli binada.. valizlerim çok zor çıktı. Kurtarıcımın evinde onun gibi tatlı bir arkadaşı daha vardı. Beni karşıladılar, onlar da üzgün ve şaşkındılar. Kurtarıcım, hemen odasının çarşaflarını değiştirmiş, belki toplamış yerleştirmiş, siz burada kalın, ben arkadaşımın odasında kalacağım dedi..Biz de arkadaşlarımıza thanksgiving yemeğine gidiyoruz, onlara kuru domatesli ekmek pişirdik onu bekliyoruz dediler.. Her şeyin yerini gösterdiler. Akşam dönmeyeceğiz, ders çalışacağız, ama sabah sekizde gelip sizi konsolosluğa götüreceğiz dediler..Ben kırık dökük zahmet etmeyin, ben sabah gider hallederim dedimsede, yok biz sizinle beraber geleceğiz, işlerimizi ona göre ayarladık diyerek, beni dinlemediler. İkiside hem okuyor, hem çalışıyorlarmış.. Gün içinde imtihanları var, iş görüşmeleri var, ama aralarında hemen anlaşmışlar, sabah ikiside gelip beni konsolosluğa götürecekler, sonrasında da nöbetleşe benim ile ilgilenecekler. Allahım nasıl bir mucizeydi, bu.. İki pırıl pırıl genç bütün yoğunluklarına rağmen, benim sorumluluğumu alıp program yapmışlar, dünyanın bir ucundayım, çok  çaresiz bir anda iken sıcak bir çatı ve iki güzel meleğim var..

Evlerinin altında minik bir cafe-bar olduğunu oraya da inebileceğimi söyleyip çıktılar. Arkadaşlarım biraz geç aramış olsalardı, zaten kurtarıcılarım da  evde olmayacaktı. Onlar çıktılar, ben de kendimi kanepeye bıraktım. Neydi bu yaşadıklarım.. Birdenbire dünyanın bir ucunda puslu soğuk bir havada başıma neler gelmişti. Montreal’e ne heyecan ile gelmiştim, ama şu anda kanepede son derece bitkin toparlanmaya çalışıyordum. Yola devam eden arkadaşlarımdan mesajlar, telefonlar geliyordu, toparlan, tüm kartlarını iptal et diyorlardı, özellikle.. Bir taraftan Los Angeles’dan kızım arıyor, ulaşamayınca sürekli mesaj atıyor, neredesiniz ? Gemiye bindiniz mi? Anne cevap ver diye yırtınıyordu. Ona cevap verecek anlatacak gücüm yoktu. Bir müddet kıpırtısız kanepede kaldım. Kafamı toplamaya normale dönmeye çalıştım. Önce arkadaşlarımı dinleyip tüm kartlarımı iptal ettim. Kızıma iyiyim ama seni daha sonra arayabileceğim mesajı çektim. Ama o ısrarla mesaj atıyordu, anne ara.. anne ara…

Kendimi biraz toparlayınca, ilk düşüncem, kararım eve döner dönmez, Royal Caribbean’a gidip neresi olursa olsun yeni bir gemi turu satın  alacaktım. Bu Royal Caribbean’dan aldığım ikinci turdu. İlk seyahatim de çok olağanüstü bir nedenle iptal olmuş ve gidememiştim. Bu yolculuk da da  kaderim değişmemişti. Ama bunu kabul etmek mümkün değildi. Royal Caribbean ile ters giden neydi, bunu yenecektim. 

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum sonunda kızımı da arayacak gücü buldum. O beni sakin temkinli dinledikten sonra, annecim Fisun ablamı ara dedi. Kargaşada hiç aklıma gelmemişti, Fisun ve kocası yarı Türkiye, yarı Toronto, kışları da Miami deki evlerinde yaşıyorlardı.. Şu anda nerede olabilirlerdi bilmiyordum. Kızım ısrarla sen ara dedi. Onlar da karı koca turizm işi yapan çok sevdiğim kuzen saydığım yakınlarım idi.

Olurdu olmazdı, derken kızımı dinledim ve mesaj atıp nerede olduklarını sordum, kısaca durumumu da ekledim. Benim  tek dileğim sabah konsolosluğa gidip, işlerimi halledip bir an önce  evime,  yuvama, sığınağıma kavuşmaktı. Pasaportsuz, kimliksiz, kartsız yapabileceğim hiçbir şey yoktu. 

Mesajdan çok kısa süre sonra Fisun ve eşi beni arayıp başıma gelenleri anlayınca, ablacım kımıldama biz atlayıp seni almaya geliyoruz dediler. Toronto’dan buraya ne kadar zamanda gelinir deyince 5-6 saat dediler. Ne çok, ne azdı.. Ama kesinlikle reddettim, sabah konsolosluğa gideyim  bakayım, haberleşiriz, şu anda çok güzel, güvenli bir yerdeyim, beni merak etmeyin diye ikna edebildim.   

Tabiki o hazırlanmış yatağa yatmadım, sadece inanılmaz mutluluk ve teşekkürle baktım. Kanepede saatlerin geçmesini bekledim. Bir iki kere kızımla konuştum. Su ve kahveden başka bir şey yiyecek halim yoktu. Çantamda bir iki bar ve kuruyemiş vardı,  onlara bile el sürmedim.Sabah çocuklar söyledikleri saatte geldiler, konsoloslukla konuşmuş, neler gerekli öğrenmişlerdi, giderken onları yaptık, resim çektirdik. Telefonumda pasaportum ve kimliğim ile ilgili fotoğrafları buldum. Onlar da çok işe yaradı. Bizi çok sıcak karşıladılar, hemen yardımcı oldular, size şimdi geçici pasaport çıkaracağız, o pasaport ile isterseniz burada bir ay süreyle kalabilirsiniz, ama gemiye ya da başka ülkeye giriş yapamazsınız, sadece Türkiye’ye dönebileceğimi söylediler. Oldukça rahatladım, geçici pasaport için dönüş uçak biletimi ibraz etmem gerekiyordu, benim biletim hem kayıptı, hemde zaten Miami dönüşlü idi. Allahtan her zaman bilet aldığım acentadan almıştım. Çoğu zaman da internetten kendim de alıyorum, öyle olsaydı, kartsız nasıl yeni bilet alabilirdim. Çünkü hemen geri dönmek istediğimde biletler çok pahalı idi, hafta sonunu geçirirsem yarı fiyata bilet bulabilecektim. O zaman uzun zamandır davet edildiğim, Fisunların evine ,Toronto’ya da böyle plansız programsız tepeden inme  gidecektim. Onlar da bekliyordu zaten.. Montreal’de sabahtı, İstanbulda ise saat 17.00 civarı idi.. ama acentanın kapanma saati bitmeden  yetiştim. Bana hemen istediğim bileti kartsız koşulsuz kestiler..Sonra  geçici pasaportum hazırlandı, aldık. Şimdi eve gidip valizlerimi alıp Toronto’ya gidecektim. Fisun ve eşi, gelip almayı teklif ettiler, ama gelmeyin ben biner bir şeye gelirim diye onları durdurdum. Onlar uçak ile gel dediler, çocuklar buraya tren istasyonu çok yakın, ve şimdi bu hatta tren ile gitmek çok güzeldir, Fall Foliage dönemi herkes özel olarak bu turu yapıyor dediler, benim zaten havaalanı uçak, gir, çık nedense hiç gücüm yoktu, bir taksiyle yakın istasyona gitmek cazip geldi. Hemen telefonlarından saat ve bilet baktılar, kendi kartları ile bana bilet aldılar, ben de onlara nakit ödedim. Evden valizleri çıkarıp , muhteşem gençlere  veda ettim. Taksi ile istasyona ulaştım, daha vakit vardı, biraz oturup kahve ve minik bir şey yemeye çalıştım. Sonra büyük istasyonda Toronto için nereden bineceğim, valizlerimi nasıl götürüp vereceğim tespitlerimi yaptım. Montreal’den Toronto’ya tren ile “fall foliage” güz folyajı yapacaktım. Arkadaşlarım da aynı anda gemi ile kuzeyden güneye güz folyajı  için yoldalardı.Onlar ile her zaman konuşamıyordum. Ancak karaya çıktıklarında beni arayabiliyorlardı, şimdi ise bildiğim gemide seyir halinde idiler..

Saati gelince trene  bindim, iki büyük valizi yerleştirdim. Yolculuk başladı. Yorgun ama oldukça huzurluydum, bir çok şey olabilecek en iyi şekilde çözülmüştü, üstüne de bonusu Toronto seyahati eklenmişti. Ama aslında aklım evimde idi. Bir an önce evime varayım, oradaki güvenli yaşamıma, kimliğime kavuşmak istiyordum. Şoku hala atlatamamıştım. Camdan inanılmaz güzellikteki kırmızıya dönüşmüş yapraklara baksamda bizde ne kadar güzelleri var, duygusundaydım. Ama dostlarımın sıcaklığı, evleri, bana iyi gelecekti. Onlar da öyle demişti, ben de öyle hissediyordum..Öğleden sonra üçte başlayan yolculuk akşam dokuza kadar sürüyordu, orada beni karşılayacaklardı.

Ama ne yazık ki benim yaşayacağım şoklar henüz bitmemişti..Serüven devam ediyordu.. Devamı var…

Ekim ayı olduğu için hava saat beşlerde kararmaya başlamıştı, ben de gözleri kapalı tren yolculuğuma sakin yorgun devam ediyordum. Karanlık bir tünelden geçerken telefonum çalmaya başladı, gemiden oda arkadaşım arıyordu. Birileri ona gemiden  ulaşmış, pasaport ve biletim katedral görevlilerindeymiş, bulunmuş, arkadaşıma da biletimden ulaşmışlar.. Arkadaşım çığlık çığlığa hemen git al ve bize katıl diyordu. Ben trenle tam ters istikamette giderken, trenden inip, geri döneceğim, nasıl döneceksem..onlara hangi limanda yetişeceğim, uğraşacağım.  Sevinemedim, üzülemedim. ne yapacaktım, artık dönme mudundaydım, yeteri kadar hırpalanmıştım, seyahat çoşkum yok olmuştu. Yorgundum, evime sığınmak istiyordum. Ona Toronto’ya gitmek de olduğumu geri dönmek için önce oraya varmalıyım, arada bir yerde karanlıklar içinde inemeyeceğimi söyleyebildim mi bilmiyorum. Yolda kuzenlerime (ben öyle sayıyorum) de durumu anlattım, onlarda sen gel bakarız dediler..Gerçekten artık hiç bir yere gitmek istemiyordum..

Torontoya vardığımda beni trenden aldılar, göl üzerindeki çok  güzel manzaralı evlerine ulaştık. Türkiye’den yeni gelmişlerdi. Hasret olunca her şeyin en iyisini yanlarında getirmişler, sofrada her şey var, sıcak çay demlemişler. Önce banyo yaptım, biraz kendime geldim. üstümü değiştirdim. Onlar yeni duruma benden çok daha hakimler, planları yapmışlar, geminin rotasını tespit etmişler..Pasaportumu biletimi Montreal’den aldırtıyorlar, beni uygun uçakla gemiye yetiştirmek için uğraşıyorlar.Gemi henüz iki gündür yolda, daha onüç gün var, yolculuk devam ediyor nasıl olsa.. Rotayı televizyon ekranında  bana da gösteriyorlar, “Meral ablam merak etme, yarın pasaport ve biletin kargoya verilince  ertesi gün burada olur, konsolosluğa bulduğumuzu bildirmemiz gerekir, sonra hangi limanda olacaklarsa uçak biletini alır seni yollarız. Yarın seni Niagara şelalesine  götürüyoruz, gerisi kolay “..diyorlar..

Ben çok yorgunum..duyuyorum, ama hala sadece dönmek evime sığınmak istiyorum, oldukça korkmuşum galiba..hiç sevinemiyorum.. 

Turizmci can dost gençler, beni gemiye bindirmek için tüm alternatifleri çıkarmışlar uğraşıyorlar.. Ben onlara bırakmış durumdayım. Sabah harika bir sofraya uyandım. Muhteşem manzaralı bir ev, karşıda özel bir havaalanı var, uçaklar iniyor, kalkıyor.. gürültüsü gelmiyor ama..Montrealdeki meleğimi aradım, onu da gemiden arkadaşım aramış, anlatmış. O da konuşmuş görevli ile gidip bulunanları alacak. Ama beklemediğimiz bir şey daha var, içinde paralarım kartlarım kimliklerim ile çantam da bulunmuş. Hepimiz çok şaşırıyoruz, çalındı zannediyoruz ama demek ki çalınmamış, düşmüş ne olmuş meçhul..Görevlinin inanması için meleğime  kimlik bilgilerimi verdim, kuzenimin adresini verdim. Kargo bilgilerini verdim. Kiliseye bağış yapmasını mutlaka bir miktar parayı da kendi ve arkadaşına teşekkür borcum için kabul etmelerini rica ettim. Harika güneşli bir hava, yaz gibi.. Ben genç dostlarım ile Niagara şelalesine gidiyorum. Fırtınadan sonra güneş açmış ısıtıyor,mutlu ediyor, enerji yüklüyor gibi..Hayat böyle mucizelerle dolu..

Niagara muhteşem hele kuzenlerim ile, daha da güzel..çünkü onların piknik alanları gibi olmuş sık, sık gidip geliyorlarmış, zaman zaman hafta sonları orada ki otellerde de kalıyorlarmış. Şansıma hava çok iyi.. ince giysilerimleyim..

Gemiden kuzenim ve arkadaşlarım,her karaya çıktıklarında arıyorlar.. programa göre, gemi beni Sydney den alacak. Ben kargo ve konsolos işlerimi tamamlayıp biletimi alıp geminin demirlediği saatlere uygun uçak ile uçacağım. Sydney küçük bir havalimanı, uygun saatte uçak yok. Geminin limanda kalış saatleri kısıtlı ..Halifax’tan aktarma yapmam gerekecek. Her şey karşılıklı ayarlanmaya çalışılıyor. En güzeli ben  emin ellerdeyim. Onlar benim adıma uğraşıyorlar. Her şey internetten anında yapılmaya çalışılıyor, bu sefer de meleklerim Toronto’daki kuzenlerim, hepsini hallediyorlar. Sen merak etme diyorlar..Mutluyum gerçekten özellikle  onlarla olduğuma, evim kadar güvenli bir yerde olduğum için çok mutluyum. Artık evime geri dönme modunda değilim. Gemideki kuzenim ve arkadaşlarım da bir an önce onlara katılabilmem için sürekli arayıp bilgi veriyorlar. 

Ertesi gün konsoloslukta büyük sıkıntı yaşıyoruz, konsolosluk, önce geçici pasaportu getirin kendiniz Montreal’e teslim edin diyor. Benim Montreal’e gitmem çok zor, sonra  Toronto’daki konsolosluğa teslim etmemize razı oluyorlar. Toronto, bu pasaport iptal edildi, bunu sizden almamız lazım diyor. İnanılmaz karışık resmi prosedürler, işlemler, zaman zaman çok umutsuz, anlar. Allahtan Toronto’daki Türk Konsolosluğu kuzenimin apartmanının yanı ve birbirlerini tanıyorlar. Bir sürü zorluktan sonra halloluyor, tamam serbestim, uçağa binip gemiye gidebileceğim. Aktarmalı biletimi alıyoruz, sabah çok erken Halifax’a uçacağım, oradan Sydney’e geçicem. Öğleden sonrada gemiye bineceğim. Her şey sonunda hazır. Ben de hazırım, pasaportum var, param var, kartlarım yok sadece, iptal etmiştim çünkü.Endişelerim yok. Beni havaalanına onlar bırakacak, çok erken saatte diye, hayır  ben giderim diye ısrar ediyorum, diretiyorum.. dinletemiyorum. İkisi birden, hepimiz sabah beşlerde kalkıyoruz, altılarda  yoldayız.. Tam havaalanında turnike deyim, onlardan ayrılmak üzereyim, valizlerim  aktarmalı Sydney olarak teslim edilmiş, gemiden kuzenim arıyor..”Sakın Sydney’e gelme.. Çok fırtına var yanaşamadık. Yarın Halifax’a gel” diyor..Bir iki dakika önce  valizleri vermiştik, ben de binmek üzereydim. Tekrar her şey değişiyor, valizlerimi geri alıyoruz. Bir gün önceden Halifax’a uçacak şekilde biletim o anda değiştiriliyor. O anda onlar yanımda olmasa ben hepsini bu kadar kısa zamanda nasıl yapardım bilmiyorum. Ne yapacağımıza karar vermeden, bir gün önce Halifax’ta ne yapacağımı bile bilmeden uçağa biniyorum. Kuzenim “İndiğinde biz sana limanda    otel ayarlamış olacağız, bir gün sonra gemine bineceksin diyor. Diyor da artık neye inanmalıyım zor.. Ama daha az endişeliyim.

Küçük bir uçak, çok uzun olmayan konforlu bir yolculuk sonunda, Halifax’tayım.Güzel bir hava, küçük bir havaalanı, iner inmez Toronto’daki kuzenlerim arıyor, deniz kenarında limanda otelin hazır, geminin geldiğini odandan göreceksin diyorlar. Bir taksiye binip gideceğim, valizlerimi bekliyorum. Telefonlarım durmuyor, bu sefer gemiden kuzenim arıyor, bir arkadaşımızın yeğeni Halifax’da yaşıyor, seni havaalanında karşılayacaklar, evlerinde de kalabilirsin.. seni bekliyorlar, diyor..Şaşkınım.. hiç tanımadığım insanlar dünyanın bir ucunda beni karşılamaya geliyorlar, evlerine davet ediyorlar. Yine ipin ucu kaçmış durumda, her şey benim dışımda gelişiyor. Ama nasıl olur demeye kalmadan bakıyorum, tarif edilen araba ile  arkadaşlarımızın yeğeninin  Halifax’lı kayınpederi beni almak için gelmiş bile.Toronto’daki kuzenlerim inince arıyorlar, otel rezervasyonumu göndermişler.. Taksiye binip oteline gidebilirsin  diye.. Ama beni Halifax’lı bir bey karşılamaya geldi diyorum.Onlar şaşkın, ben şaşkın.. Çok zarif ve kibar bey, biz çiftlikte yaşıyoruz, havaalanına yakınız, sizi almaya ben geldim; gelinimiz Suna sizi bekliyor, onların evi şehirde.. çok mutlu oldu, sizi ağırlamak istiyor diyor..Otelimin rezervasyonları yapıldı, diye anlatmaya çalışıyorum. Sonra telefonda Suna’yı arıyoruz, beraberce.. Suna gerçekten çok mutlu heyecanlı,”

kocam da bu akşam yok, Toronto’ya iş görüşmesine gitti, bizde kalın..boşuna otel parası ödemeyin lütfen, benim evim de kalın, limana da çok yakın diyor.. İnanamıyorum, Suna’cım otelim ödendi, biz seninle buluşuruz..beraber oluruz akşam otele giderim diyorum. Suna ısrar ediyor, buluşunca konuşuruz diyorum, zaman kazanmak için..Yolda zarif kayınpederden  hem Halifax tarihini, hem Suna ile oğullarının Londra’da okurken tanıştıklarını, düğün için İstanbul’a geldiklerini, onların da artık emekli olup çiftlikte yaşadıklarını anlatıyor. Yolculuk benim için, ayrıca minik bir Halifax turu oluyor. Ben de ona çocuklarımı, grubu, yolculuğumu, Türkiye’yi İstanbul’u anlatmaya çalışıyorum.

Sonunda limana geliyoruz, benim otelim deniz kenarında cruiselar önüne yanaşıyor. Suna’ların evi de limana çok yakın.. Nasıl güzel bir kız, harika kocaman çok iri gözleri var..George Clooney’in karısı Amal Clooney’e benzetiyorum.. Onu ikna ediyorum, beraber otele gidelim, odama yerleşeyim sonra birlikte vakit geçiririz diyorum..Bana harika teklifler yapıyor, en beğendiği kafelere, restoranlara gitmeyi öneriyor..Birini seçiyoruz.. biraz şehir turu, sonra restorana gitmeye karar veriyoruz. Güzel caddelerdeyiz.. Yürüyerek restorana varıyoruz. Annesi Hintli bir ailenin kızı imiş.. onlar da üniversite de babasıyla okurken tanışmışlar evlenmişler..Büyükbaba uzun yıllar dünyanın çeşitli yerlerinde konsolosluk yapmış, Şaman kökenli imiş.. Her sene yaz tatillerini Hindistanda geçirirlermiş.. Büyükbabanın, büyükannenin, evlerinin fotoğraflarını gösteriyor..Kendisi Türkiye’deki önemli  bir vakfın Birleşmiş Milletler ile görüşmelerini takip ediyor, onları temsil ediyor. Toplantılara gidip geliyor, Halifax’a da alışmaya çalışıyor. İkimiz için de mucize bir buluşma, ona göre belki de önemli bir işaret, basit bir rastlantı değil.. Ben de çok keyifliyim. Halifax’da olağanüstü bir gün, olağanüstü  tatlı, çok güzel umutları, projeleri olan  genç bir  kadınla beraberim…Akşama da başka bir restorantta buluşmak üzere, yine yürüyerek başka caddelerden otelime dönüyorum. Dönüşte yağmura tutuluyorum, ve sonunda herhalde bedenim de isyan ediyor, hastayım, titriyorum, bağırsaklarım korkunç.. ne kadar zorlasam da yataktan kalkamıyorum. Dinlenip yarın sabah gemiye sağlıkla binmek istiyorum.. Suna’dan çok özür diliyorum.. Onun ile bir kaç saat daha buluşmayı çok istiyorum.. Ama mümkün değil…Halifax’tan bana harika bir anı olarak kalıyor, Suna.. Ve sabah uyandığımda evet gemim, otel penceremin önüne yanaşmış.. Kuzenim arıyor, ben de toparlanıp gemime gitmeye hazırım. Onların gemiyle bir haftadır yaptıkları Foliage turuna,  ben de bir hafta sonra, sonunda katılıyorum..Onlar Halifax’ta geçirecekleri gün için dışarı çıkmaya hazırlanırken ben sadece kamarama gitmek istiyorum. 

Sonunda olağanüstü bir haftadan  sonra her şey planlanmış programlanmış şekilde kaldığı yerden devam etti… 

Ama ilk günkü üzüntüm ve çaresizliğimi unutmam mümkün değil.. evet bu sefer  gerçekten korktum, sanırım.. Ya da çaresiz kalmanın müthiş şokunu yaşadım.

Daha sonra Royal Caribbean ile ne oldu, derseniz.. döner dönmez hemen bilet almadım. Açıkcası üstünde de durmadım. Ama 2019’un  ikinci yarısında 2020 yılı için iki tane daha tur bileti aldım. Gitmek istediğim rotalara uygun diye.. Aklıma yaşadığım terslikleri hiç getirmeden.. Sonra pandemi oldu ve iki bilet de geçersiz oldu.. Yorumu size bakıyorum.