Bugün sizlerle paylaşmak istediğim hikaye tipik bir Y kuşağı temsilcisi, Eda Bilol‘a ait
Eda pırıl, pırıl parlayan kocaman gözleri ile etrafındakileri hemen pozitif çekiciliği ile etkileyen Y kuşağı girişimcilerinden.Kagider’de bir yandan Y kuşağı ile ilgili eğitimler verilirken, onlarla nasıl çalışmalı, onlarla nasıl daha iyi anlaşmalı derken, aramıza hızla yeni yeni Y kuşağı girişimciler de katılıyor. Her geçen gün de artarak. Ben kendi adıma hep söylüyorum; uzun senelerdir, onlarla çalışmayı, birlikte vakit geçirmeyi seviyorum, ve öncelikli tercih ediyorum.Gelecek onlarla değişecek, güzelleşecek inanıyorum.
Eda ile Kagider’e katıldığından beri birbirirmizi çok görmesek de sosyal medyadan takip etme şansımız var. Bir araya gelmek için de çaba içindeyiz. Biraz mesafeler uzak. Ama önümüzdeki günlerde daha çok bir arada olmak dileğimiz.Eda ile sosyal medyanın dışında yazışıyoruz, aynı komitede çalışıyoruz, beraber çalıştığımız bir proje var, ve ben size bugün bu pırıl, pırıl genç girişimci Y kuşağı genci Eda’nın girişimcilik hikayesini kendi anlatımıyla paylaşacağım. Sonra Eda ile sizlere hazırlayacağımız farklı bir yazımız daha olacak, Eda’nın blogger olma hikayesi.İkisi de şimdiye kadar yazdıklarımdan çok farklı, güzel enerjili, çok beğendiğim hikayeler, çalışmalar. Sizlerin de beğeneceğinizi umuyorum, ben çok keyif alarak, okudum, yazdım. Bugünkü hikayede de her kuşağın ilgisini çekecek, çok güzel samimi itiraflar,kendi öz eleştirileri var. Sonunda da yeni projelerin girişimlerin haberi var. Y kuşağı olunca böyle, önlerinde daha çok uzun zamanları var, hayalleri var, çoğalan enerjileri var. Hepsi heyacan verici.
Eda yazısına eğitim tercihi ve sonrasında ki karar değişikliğini anlatarak başlıyor.
“1987 doğumluyum. Kasım ayında doğmuş ve erken okula başlamış olmanın avantajıyla 21 yaşımı doldurmadan üniversite mezunu oldum.
Fen Lisesi ardından bir kararsızlık yaşarken, çocukluk hayalim olan Mimarlık bölümünü tercih etme kararı aldım. İstanbul Kültür Üniversitesi Mimarlık Bölümünden mezun olduktan sonra Floransa’da Florence Design Academy’de İç Mimarlık mastırı yaptım.
İstanbul’a geri döndüğüm ilk günden beri (görüşmeleri daha mastır bitmeden başlamıştı) bambaşka bir konu olan aile şirketimizde başlamak istedim.
Genlerindeki ve ruhundaki girişimcilik arzusu baskın gelmiş.
Birçok ailenin aksine babam gelmemem konusunda çok ısrarcı oldu. Mesleğimi yapmamı istemesinin yanı sıra, 2008-2010 yılları arasında az-çok herkesi sarsan krizin de etkilerinden yeni sıyrılıyor olduğundan bu ortamdan uzak tutmak istedi.
Staj yapması, girişimcilik ruhunun çıkmasına destek oluyor.
İnatçı ve girişimci ruhum mimarlık yapmayı reddediyordu. Yaptığım staj ve etrafımdaki örneklerden, bunun benim için (her ne kadar tasarım aşığı olsam da) doğru yol olmadığını hissediyordum.
Eda’nın satış işi yapmayı tercih etmesi; ona girişimcilik için en iyi tecrübeyi kazandırıyor.
Bir süre, eğlenceli ve değişik bir deneyim olacağından, doğrudan satış işi ile uğraştım. Hiç tanımadığım insanlara, pek de ucuz olmayan ve yeni bir ürünü tanıtmak, alt ağlar oluşturmaya çalışmak çok değişik bir deneyim oldu. Sonrasında iş hayatına adım attığımda gerçek anlamda faydasını gördüğümü belirtmeden geçemeyeceğim.
Özellikle üniversite dönemi ya da sonrasında bu tip bir deneyimi kesinlikle tavsiye ediyorum! Tek başına, ‘hayır, ilgilenmiyorum…vb.’ cevapları alarak yine de ilerlemeyi hedef edinmek çok farklı bir duruş, vizyon kazandırıyor insana.
6 ay gibi bir süre bu tecrübeden ve ufak da olsa ek bir kazançtan sonra düzenli iş hayatının zamanının geldiğine karar vererek, tekrar babamla karşılıklı oturdum.
(Bu arada belirtmek isterim ki bu inadın karşılığını veremeyeceğimden de bir o kadar korkuyordum.)Eda direniyor.
Uzun süren bir konuşmanın ardından, daha fazla beklemeyerek yaz ortası başlamaya karar verdim.
Ve şu an 3. Senem bitiyor.
Şirketimiz kökeninde 100 senedir makine mümessilliği sektöründe ve yıllarını tekstil makineleri konusuna vermiş iken, 2008 yılı itibari ile metal işleme makineleri sektörüne de giriş yapmıştır.
Kısacası %70 belki %80 ya da kim bilir daha fazla oranda ‘erkek egemen’ bir sektör.
İlk başladığımda, alışabilmem adına tercüme ve benzeri işlerle ilgileneceğim söylense de bir anda kendimi okyanusun ortasında buldum.
Başarılı ilerlememizde en önemli etkenin, babamın profesyonel davranarak beni, yıllarını geçirmiş, bana ‘mentor’ luk edecek kişilere, kaba tabiri ile ‘eti senin, kemiği benim’ mantığında teslim etmiş olmasıdır.
Tabi ki hikayenin buradan sonraki 1-1,5 senelik sürecinin zorlu olduğunu belirtmeliyim ve işte benim başarısızlıklardan geçen yolum…
Her ne kadar egosu olmayan bir karaktere sahip olduğuma inansam da, her insanın kırılma noktaları var.
Sekreterlikten, satış ve satış sonrasına, marketing’e kadar geniş kapsamda bir görev tanımı olduğunda yılmak kolaylaşıyor.
Ama 3.senemin dolmasına yaklaştığım bu günlerde, o günlere çok dua ediyorum. Çünkü bu sayede yeni katılan personellere yol gösterecek konuma gelmiş oluyorum.
Çok ‘uç’ olabilecek başarısızlık hikayelerim yok… zamanında benim de basite aldığım, fakat sonradan önemini anladığım anekdotlarım diyebilirim.
1 kişi bile olsa okuduğunda ‘Evet, ben de bu durumdayım!’ diyerek kendine bir pay çıkarabileceğini ümit ediyorum .
Örneğin, ilk başlarda en zor gelen şey telefonlar oldu!
‘O kadar okumuşum, mimar olmuşum. Telefona mı bakacağım, randevu mu alacağım?!’ düşüncesi içimi kemirmedi desem yalan söylemiş olurum.
Benim çocuklarımda ilk staj yaptıklarında bunu hep yaşadılar, oğlum bana ben faks çekmem, getir götür yapmam dediğinde; ancak işleri, yapılanları, sistemi çabuk öğrenip, kendini kabul ettirebileceğini söylemek bize düştü tabii.Baban da seni doğru ellere teslim ederek bunu hemen sağlamış.Kızım da, çok daha küçük yaşlarda bir arkadaşımın tekstil işinde sömestr tatilinde çalıştığında; anne bana para verecekler mi? ilk sorusu olmuştu.Ben de ona kızım; benden üstüne para istemesinler de diye yanıtlamıştım. Ama sonuçta ikisi için de çok değerli tecrübeler oldu.
Benim şansım Allah vergisi yüksek oranda sabrım. Bu sayede uzunca bir süre kendimce ‘bu benim işim mi?’ dediğim görevleri sakince yaparak tecrübe kazandım.
Bu kısımların aile ile çalışmak ile alakası yok. Ekibimize benden sonra katılan ve ben yaşlarda bir arkadaşımız ile ne yazık ki bu ‘egosal’ problemi birebir yaşadım ve üzücü bir şekilde ekibimizden ayrılarak beni güç durumda bıraktı.
Çevremde yaşıtlarımda bu sorunu çok görüyorum. (Amacım kendimi ayrı tutmak değil, lakin karşılaştığım tavırları ben hiç sergilemeyerek en basit görevi bile benimsediğim, özenle yaptığım için kendime bu konuda konuşma hakkını görüyorum. )
Benim gördüğüm, çağ ilerledikçe sabır azalıyor. Üniversite mezunu olunca önde başlanıp, üstün olacağı zannediliyor. Saygısızlık ve büyüklerin tecrübelerini yok saymak artıyor.
Bir Mimar tanıdığım önceleri çok dikkate almadığım ama zamanla ne demek istediğini daha iyi anladığım bir cümle kurmuştu.
‘Ustaya o öyle olmaz, böyle olur diyebilmek için gerekirse kaynağı eline alıp yapmasını bilmelisin.’
Kısacası, ilerleyebilmek için önce mutfağa girmek gerektiğini ve iyi bir aşçı/işletmeci olmak için gerekirse bulaşık da yıkanacağını benimsemek gerekiyor.
Telefonda konuşmak o kadar basit gelmesine rağmen, hiç değil!
İlk dönemlerimde basit bir randevu için yetkili kişiye ulaşmak benim için işkence halini almıştı. Zamanla ‘telefonda konuşma sanatı’ nı etrafımdaki güzel örnekleri modelleyip içine kendimden de katarak istediğim kişiye ulaşır oldum.
Ama bunun için çok fazla ‘ Hayır!’, ‘İlgilenmiyoruz!’, ‘… Bey/Hanım, müsait değil’ duymam gerekti.
Netice ile, biraz sabır, biraz gözlem ve modelleme ile çok da uzun yıllar veremeye gerek yok.
Bu konuda Anthony Robbins’in ‘Sınırsız Güç’ kitabının da rehberlik ettiğini belirtmeliyim.
Biraz daha ‘satış’ a yönelik bir örnek vermem gerekir ise bana ‘bahşedilen’ yedek parça satışları güzel bir örnek olur sanırım.
Doğal olarak taze ve heyecanlı birine en az yoğunluktaki satışlar verilir. Amaç hareketlendirmek değil, riskin az olmasıdır tabi ki.
Aylarca tek tek onlarca müşteriyi aradım. Tabi ki burada ‘esas adam ’lar ustalar olduğu ve genelde telefonda tanımadıkları hem de bir ‘hanım’ sesi duydukları anda mecburiyet olmadıkça muhatap olmuyorlar. Arada çok pes ettim. Hatta sevdiğimi ve keyif aldığımı düşünmeme rağmen bırakıp mimarlığa geri dönmeyi planladığım oldu. Ama bu kolay yol olacaktı. Erkek egemen alanda ‘muhatap’ alınmanın bir yolunu bulmam gerekiyordu. Azimle aynı müşterileri aradım. Sonra baktım bana alışmaya başladılar ama satış hala yok. Biraz sistemi kurcalamaya karar verdim. Hesap kitap kısmını da öğrenmem gerekiyordu. Eh bu konularda herkes pek sabırlı olmuyor. Dolayısıyla kendi kendinize çözmek zaman alıyor. Ama dedim ya inatçıyım.
Birkaç zaman sonra çözdüğümde fiyatlarımızın daha uygun olması gerektiğini bütün hesaplarıyla sundum. Kabul ettirmem, matematik işin içine girince, çok da zor olmadı.
Takip eden bir sene içinde %20 oranında artış olmuştu bile satışlarda!
Hayalim zannettiğim mimarlık bölümünü okuyup sonrasında bambaşka bir yola, bambaşka bir sektöre girmiş olmam başarısızlık olabilir mi? emin değilim.
Bir nevi sıfırdan başlamak oldu pek tabii. Mimarlığın kattığı proje yönetimi, detay inceliği, tasarım… vb. özelliklerin büyük katkısı olsa dahi, bir makine ya da tekstil mühendisi olarak çok daha farklı bir konumda, çok daha emin adımlarla ve çok daha kolay bir geçiş yapmış olabilirdim, iş hayatına. Günümüzde, ne yazık ki yanlış meslek seçimleri çok yaygın.
Aile baskısı, çevre baskısı, kararsızlık, yanlış bilgilendirme…. Gibi birçok nedeni olabiliyor. Önemli olan bunu fark ettiğinde sıfırdan başlamak, yeni bir yol çizmek diye düşünüyorum.
Asıl tutkumun mimarlık ya da iç mimarlıktan öte yaratmak, geliştirilebilir projeler üretmek olduğunu anladığımda mastırımı bitiriyordum.
Hem mimarlık bölümünü hem de iç mimarlık mastırımı büyük keyifle okudum. -Hala da tasarım yapıyorum- Ama bir şeyler eksikti, daha fazlasını istiyordum. Daha fazla hayata dokunabilmek, belki içinde bulunduğum sektöre bile katkı sağlayabilmek. Bununla ilgili de ilk büyük girişimim, güzel bir ekip çalışmasıyla yakında hayata geçiyor olacak.
Eda’dan haberler bitmeyecek, bitmesin, çok beğendiğim blogunun hikayesini de ayrıca kendisinden bekliyorum. Ben aşağıda biraz blogunun tanıtımını yaptım, devamı gelecek.
Eda’nın blogunun adı da bir o kadar güzel.
Kafam Bi Online.
Önce adı çekici geliyor, okuyunca, haberler, fotoğraflar içinde kayboluyorsunuz. Tam kafambionline hali, elinize güzel bir magazine almışsınız gibi, sayfaları çeviriyorsunuz, magazinden farkı; oradan oraya zamansız, habersiz, dalıveriyorsunuz. Aaa ben neredeyim oluyorsunuz, Eeee kafambionline yani!