Hiç Olmak

 Bu sene llk aldığım yeni yıl hediyesi çok sevdiğim bir dostumdan hiç bileklik oldu. Tasavvuf felsefesinde hiç olmak,  o mertebeye erişmek, hiç olduğumuzun farkında olmak, çok önemli. Bir an   hiç olduğumuzun farkında olsak da çoğu zaman neler sanıyoruz, neler. Bu gerçeği hatırlatmak için takılan hiç bilekliğinin ne kadar değerli olduğu kesin…Bilekliğim için çok teşekkürler, çok sevgili dostum …Ben de sizlere hiçlik anlamlarını Mevlana ve Şems-i Tebrizi’den  anlatımlar ile ve Nasrettin Hoca’nın hiçlik fıkrası ile  aşağıda paylaştım. Sevgiler, sevgiler…
 Hz Mevlana derki ;Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken,sen hiç ol…Menzilin yokluk olsun.İnsanın çömlekten farkı olmamalı,nasıl ki çömleği ayakta tutan dışındaki biçim değil,içindeki boşluk ise,insanı ayakta tutanda benlik zannı değil hiç’lik bilincidir…

Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.


Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.


Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer Tanrı dendi mi evvele aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir. 

Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. “Aman sakın kendini” diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: “bırak kendini, ko gitsin!”
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

Tebrizli Şems / Mevlana…

891525_1005225442836369_266057197_a (1)

Tasavvufun Günümüzde Uygulanması

Tasavvuf, insanın kendi içine yaptığı yolculuktur. İslam tasavvufunda bu yolculuğa sülûk denir ve tasavvufta varılması gereken nokta İslam’da “Kendini hiçlikle bilen Rabbini varlıkla bilir” noktasına ulaşmaktır.

Hiçlik, kişinin her sahip olduğu özellikte (isim ve sıfat) dengelenmesi ve yaratıcının sonsuzluğunda kendi yerini idrak etmesidir. Bu hal, şahsiyetsiz, tembel bir kişilik yaratmaz. Bilâkis, yaratıcısından emin olan, maddi olayların yıkamadığı kuvvetli şahsiyetler oluşturur.

Böyle dengeli, kişilikli insanın beşer halinden varolabilmesi için mesela;
1. Ben bir bedene sahibim ve bedenimin sağlıklı, yorgun, enerji dolu ya da hasta hali beni etkilemez çünkü bedenim sadece, içinde Allah’ın manasını taşımak için vardır, ve bu yüzden ben bedenime değer veriyorum ama tapmıyorum,
2. Ben duygulara sahibim ama bu duygular bende yaratıcının manasını idrak etmem için, üzerimde hak olan yaratıcıya ait isim ve sıfatları ortaya çıkarmak için vardırlar yani aracıdırlar,
3. Ben bir akla sahibim ama aklımı kural koymak için değil, yenilikleri öğrenmek ve algılayabilmek için (tefekkür) kullanırım. Kıyasların, aklı işlettiğini bildiğim halde, zıddı olan bir şeyin aslında var olmadığını idrak ettiğimden, kıyasları birliğe ulaşmada aracı olarak kullanırım,
4. Ben bir egoya sahibim, ama ben sonsuza nisbetle hiçim. Buna rağmen hiçlikte tecelli edene göre herşeyim. Allah’ın beni saymış olması ve yaratmış olması ve benden tecelli etmesi bana güven sağlar. Buna rağmen mükemmel olma isteğimde hiçbir zaman başarılı olamayışım bana hiçliğimi öğretir,
5. Ben bir kalbe sahibim. Ancak bilirim ki kalbim bir et parçası olmayıp, Allah’ın ışığının vurduğu yerdir. Çünkü Kuran’ da Allah, “Ben yerlerin ve göğün nuruyum, ışığıyım” buyuruyor. İşte bu ışık sayesinde kalbim, aklımın algılayamadığı derinlikleri ve sonsuzluğu idrak eder. Ve kalbim, Allah’ın mekânı olur. Orada tecelli eder. Bu tecelli sayesinde ben herşeyin Bir’den ibaret olduğunu ve bütün sayıların birin tekrarı olduğunu idrak ederim,
6. Ben Allah’ın ruhumdan ruh üfledim dediği sonsuz bir zenginliğe sahibim ve bunu idrak ettiğim zaman huzurlu olurum ve Allah’ın huzurunda olurum
der.

Bütün bu idrakler, insanın vücudu içinde dengeyi kurmasıyla alakalıdır. O halde önce, bedenimizi sağlam ve esnek tutmak, midemizi yeterli ve dengeli gıdalarla beslemek, tutkularımızı aşırılıktan korurken, tutkusuz olmaktan da kaçınmaktır. (Mesnevi’ de Hz. İsa’ya sorarlar; “En korktuğunuz şey nedir?” “Allah’ın gazabıdır” der. “Peki bundan nasıl korunuruz?” deyince, “Kendi öfkenizi yenerek.” diye cevap verir. Korkular nefsin eseridir diyor Hz. Mevlâna. Allah’ına güvenen ve Allah’ın evebeyn olarak hakiki koruyucu olduğuna inanan kişi için tek korku, bu yüce sevgiliyi kırma korkusudur. O bile, annesinin ilgisini çekmek için şımaran çoçuğun korkusuna benzerse insanı acı çekmekten uzak tutar. Ama bu hal ve bu idrak tedbirsiz kalmak değildir. Tedbiri alıp sonucu hakkında üzüntü duymamaktır. Dünyadaki bize ait gözüken şeylerin, yok olabileceğini düşünerek, Epiktet’in dediği gibi “Çömlek seviyorsan itiraf et, kırılınca üzülmezsin” diyebilmektir. Kuran’ ın cehennemin kapıcısına verdiği adın Malik, yani mülk sahibi, cennetin kapıcısına verdiği adın da Rıdvan, yani razı olan olduğunu bilerek, dünyada bize verilen şeylerin emanet olduğunu hissedip, mülk haline geçirmemek (benim dememek) ama korumak, başımıza gelen hadiselerde ise sıkıntı ve bela duyma yerine terbiye olduğumuzu hissederek sevinmek derecesine ulaşmaktır.)

Eflatun, İslâm’ın sırat-ı müstakîm dediği bu duygulardaki dengeyi şöyle anlatır: Vucüt aklın idare ettiği bir at arabasıdır. (Buradaki akıl gönülle evli olan akıldır, yani sezdiği şeylerin gönül tarafından teyid edilmesiyle tatmin olan akıldır). Atlardan bir tanesi şehvet yani duygularda aşırılık, diğeri şecaat yani terbiye edici ahlak, etiktir. Ancak atlar dengede olduğu zaman araba düzgünce yol alır. Burdan da anlaşılıyor ki, ilk insanla başlayan tasavvuf, her devirde aynı şeyleri söylemiş ve aynı şeyleri önermiştir.

O halde insan bütün bu özelliklerinden dolayı, kendinde var olana göre var, kendine göre yoktur. Bu yüzden gururlu değil, vakarlı olur. Gurur, “Ben üstünüm” demek, vakar ise “Var olmamın sebebi var” demektir.

Bu anlayış insanı içindeki huzura, yani Allah’ın huzuruna götürür. Ve insan, bu anda pratik akla kavuşur.

Kendi manalarının kılavuzluğuyla, belli bir düzeye ulaşan kişi dünyadan etkilenmez. Övüldüğünde sevinmez, yerildiğinde incinmez. Aç gözlü değildir. Kaybetmekten korkmaz. Yalnız Allah’a güvenir. Bu hal tasavvufu birebir hayatında yaşayan Hz. Musa’da aşikâr olmuştur. Kuran’da ve Ahd-i Atik’te belirtildiğine göre Musa, güven makamına böyle çıkar. Yaratıcı ona elinde ne olduğunu sorar, Musa; “Bu benim asam, ben ona dayanırım.” der, ve onunla neler yaptığını anlatır. Allah asayı atmasını emreder. Asa yılana dönüşür. Böylece Hz. Musa dayanılacak tek gücün Allah olduğunu öğrenir. Daha sonra Musa asasını Allah’ın emri ile Firavun ve sihirbazların önünde yere atar. Yılana dönüşen asa, sihirbazların yılanlarını yutar. Bu da Allah’ın emrinin insan irade ve çabasından daha güçlü olduğunu ispat eder. Allah, Musa’ya, “Yere attığında atan sen değilsin.” buyurur. Bu da insana, kendi irade ve arzularımızla Allah’ın iradesini bozmaksızın mevcudata hizmet etmenin zevkini öğretir.

Bunların sonucunda insan, insan olmanın zevkini yaşar. Hedefimiz kendimizi yok etmek değil, kendimiz aracılığıyla insanî ve gizli ruhları görebilmektir.

Tasavvuf, hakkında konuşulması gereken değil, yaşanması gereken içsel yolculuktur. Tassavvuf şeriatın iç yüzünü araştırır ve insanı şeriata değil, şeriatı insana hizmet eder hale geçirir

Kelime-i Tevhid, “La ilahe illallah” olup, “La”, yok diyenleri, (ateistleri, benden başka herşey yok) kabul, ikinci kısmında, önümüze gelen herşeye taptığımız devreleri kabul, üçüncü kısmında taptığımız şeylerin bir bir yok olduğunu gördüğümüz, tapılacak hiçbirşey yokmuş; “la ilahe” devresini kabul, ve sonunda “nefsini bilen Rabbini bilir” haliyle “yalnız var olan Allah’tır”ı kabuldür.

Namaz bütün sufizm yollarında geçerli olan içsel huzur, kendindeki yaratıcıyı bulmak, (Hak) o yaratıcı önünde eğilmek ve onunla birlikte miraçta bulunmaktır.

Zekat, insanın toplum içinde yaşayabilmesi için tek çarenin fazlalıklarını onlarla paylaşmanın zevkine varmak olduğunu öğretir.

Oruç, vücudu aşırılıklardan alıkoyan ve sabrı öğreten, fakirin halini idrak ettiren ve lâyıkıyla yapabilen için Kuran’la müjdelenen ibadettir. (Ramazanın sabrının neticesi Kadir gecesidir, yani Allah, kendi manasını taşıyan ilmi insanlara lütfetmiştir).

Hac, insanlar arasındaki ayırımı ortadan kaldırarak Allah’ın manasını taşıyan ve içi putlardan (Allah’tan gayrıdan) temizlenmiş gönül etrafındaki tavaftır.

Görüyoruz ki tasavvuf, maden, bitki ve hayvan vasıflarıyla yaratılmış beşerin insan olma sanatıdır. Günümüzde dinler, tasavvufun birleştiriciliğinde ve gözlükleriyle birbirlerinin tamamlıyıcısı olarak görülebilirlerse, herşeyin tekten ibaret olduğu bilinir. Bu bakış açısından farklılıklar birliğin güzelliğini yansıtan aynalar olarak kabul edilir ve sloganlar atılarak yaşanmak istenen savaşsız toplumlar, kendi iç savaşlarını bitirmiş insanlar sayesinde sağlanabilir.

Cemalnur Sargut www.cemalnur.org

 

Hiç Olmak – Nasreddin Hoca


Nasreddin Hoca“Hiç Olmak”Nasrettin Hoca’ya sormuşlar:“Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”
Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.
“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki, ondan sonra?”Artık makam kalmadığı için adam
boynunu büküp son makamını söylemiş:
“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam.
Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:
“Hiçlik makamında!

Şeb-i Arus ve Sema Törenleri

Şeb-i Arus Mevlana’nın ölüm yıl dönümü kutlamalarında yapılan törenin adı. Bu sene Galata Mevlevihanesi’nde yapılan Şeb-i Arus törenlerine katıldım. Ne zamandır görmek istediğim Galata Mevlevihanesi’ni de bu özel günde görmüş oldum. Ama tekrar gidip müzesini de gezmek istiyorum. Şeb-i Arus ve Sema gösterileri ile ilgili  bilgileri de bu vesileyle paylaşmak istedim. Seneler önce ben de ilk kez Konya’da katıldığım törenlerde öğrenmeye çalışmıştım. 1970 lerde de ilk Sema gösterisini AKM’de seyretmiştim. O zaman düşündüklerim, bildiklerim, Konya’da öğrendiklerim, ve sonra ilgiyle takip ettiğim, dinlediğim, değerli kişiler, okuduğum  değerli kitaplar sayesinde her seferinde bir şeyler öğrenmeye hayatıma almaya gayret ediyorum. Bu özel hafta da sizlerle de temel bir iki konuyu paylaşmak istedim. Sevgiler iyi hafta sonları…

02-veb

Şeb-i Arus 

Mevlânâ’nın ölüm gününün hatırası olarak yapılan merasim hakkında kullanılan bir tabir. İkindi vaktinden sonra Kur’an okumak ve Aynü’l-Cem’ yapılmak sûretiyle icra edilen bu merasimin gecesine aynı zamanda “Leyletü’l-Arûs” da denilir. Şeb, Farsça; Leyle, Arapça “gece” demek olduğu için tabirlerin ikisi de aynı manâya delâlet etmektedir.

Mevlânâ Celaleddin ölüm gününü “Hakk’a vuslat”, “Düğün günü” saymıştır (Hilmi Yücebaş, Edebiyatımızda Mevlânâ, (Konya İl Yıllığı), Konya 1973, 30)

Bilindiği gibi, Mevlâna (hicrî 672) miladî 17 Aralık 1273’de Pazar günü akşam üstü güneş gözden kaybolup, Konya ufuklarını kızıla boyarken bu âlemden can ve bekâ âlemine göç etmiştir. Mevlânâ ölümünü gerdek gecesi “Şeb-i Arûs” “Sevgiliye kavuşma” günü olarak kabullenmişti. Şeb-i Arûs, fedakârlıkla başlar, ölüm boyunca devam eder, öbür âleme kavuşmakla tamamlanır.

Mevlânâ, “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama, arif kişilerin gönlündedir. Bizim mezarımız. Burada ölüm (olarak) tezahür ediyorsa da orada doğumdur” der. Yine Rabbine, “Ölmek şeker gibi tatlı bir şey, canı sen aldıktan sonra seninle olunca da tatlı candan da tatlıdır, ölüm” şeklinde seslenir. Böylelikle ölüme bir başka açı kazandırır (Alişan Özattila, Hak Aşığı Mevlânâ Celâleddin, 180-181).

Gerçekte iki türlü ölüm vardır. Birincisi, nefsi (egoyu) feda ederek oluşan “manevî ölüm”. Yani Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “Ölmeden evvel ölünüz” emrince “Hak’ta yok olmak” anlamındadır. Bu ölüme, “ilk vuslat” adını da verebiliriz. İkinci ölüm ise, “fizikî ölüm”dür. Bugüne kadar, Şeb-i Arûs olarak kabul ettiğimiz, canın beden kafesinden kurtularak aslına döndüğü, katrenin denize, can ummanına erdiği an. Ki bu an “vuslat gecesi” olarak isimlendiriliyor (Feyzi Halıcı, Mevlânâ Sevgisi, 20).

Mevlânâ’da Vuslat Anlayışı

Mevlânâ, “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” der. Kendinin ölüm ve vuslat anlayışını, Kur’an-ı Kerim’in bir âyetinin ışığı altında tetkik edip anlamak mümkündür:

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra ancak bize döndürüleceksiniz” (el-Ankebût, 29/57).

Âyette geçen “dönmek” kelimesi, Allah’a kavuşulacağını, “vuslatı” açık bir ifadeyle “müjdelemekte”dir. Bu müjdeyi benimseyen, ona sımsıkı sarılan Mevlânâ, ölümü bir ayrılık değil, bir vuslat olarak kabul eder.

Mevlânâ’nın ölüm anlayışına gelince; “Bir devir sistemi içinde hayatın anlamı, ruhun ölümsüzlüğü ve Allah’a, vuslatın yolu ölümden geçmektedir” tarifiyle zemin kazanır ve Mevlânâ’da ölüm, “Mutlak ve ölümsüz Varlık’a veya diğer ifadeyle “asla” bir rücû hareketi ile” zirveye ulaşır.

Mevlânâ, ölümü kişinin aslına dönüşü veya menşein ilâhi bir cevher olması hasebiyle “Allah’a dönüş” olarak telâkki eder.

Bir başka ifadeyle ölüm, “Cismin ortadan kalkması değil, Allah’a doğru uçmasıdır.”

Mevlânâ bu hususu şöyle ifade eder:

“Bizi Elest harabatından getirdiler. Coşmuş, dağılmış ve kendinden geçmiş olarak getirdiler. Yine harabat tarafına çekecekler. (Bizi) yoktan var ettikleri için” (Mevlânâ, Rubaiyyat, 672/1 14).

“Hele ölümden bir kurtulsun, kurtuluşa ulaşın; çünkü sevgiliyi görmek âb-ı hayattır.” (Mevlânâ, Mesnevî, Terc., A. Gölpınarlı, III, Beyit 4607).

“Çünkü tiksinmek, kötü gelmek ortadan kalkarsa o ölüm, ölüm değildir ki. Görünüşte ölümdür, gerçekteyse göçüş” (Mevlânâ, Mesnevî Terc., A. Gölpınarlı, III, 4613).

Abdülmelik ERDOGAN

28091855_mevlanayediogudu

Sema Gösterisi

Ölüm gününü Hakka vuslat; “Düğün Günü” sayan büyük Mevlâna’dan sonra, oğlu Sultan Veled ve yakınları tarafından, Mevlâna’nın fikir yapısı ve düşünceleri üzerine (Mevlevî Tarikatı) kurulmuş ve bu edep erkân yolunu izleyenlere (Mevlevî) denilmişti.

Mevlevî kelimesi Mevlâna’ya nispeti ifâde etmekle beraber, Kur’an-ı Kerîm’deki (Nereye dönersen Allah’ın likâsını görürsün) anlamında olan (tevellû) kelimesiyle ilgilidir.

Mukabele denilen Semâ gösterisi, Mevlevî Dergâhı’nda, semahânelerde Mutlak Kemâl ve Hakka Vuslat yolunun derecelerini sembolize eder. Mukabele, en küçük teferruatına kadar tespit edilmiş usûl ve erkânla yapılır. Semahânelerde neyzen, kudümzen, âyinhan ve naat hanlar gibi musikî erkânının bulunduğu ve sıralarına göre yerini aldığı mutrib’in önünde sema meydanı , onun da tam karsısında şeyh postu vardır. Post’un ucundan semâhâne girişi ortasına kadar uzandığı farz edilen mevhum çizgiye (hatt-i istiva) denir. Bu, gerçeğe ulaşan, Vahdet’e giden en kısa yoldur. Bu çizgi aslâ çiğnenilmez.

Şeyh ise, bütün ilâhi sıfatlara mazhar olan ve postun-da Mevlâna’yı temsil eden Hak ilminin ve Hakikat-i Muhammedi’yenin mümessilidir. Post, en büyük manevi makamdır ve kırmızı renklidir.

Mutrib erkânı, semâzenler ve şeyh efendi yerlerine oturduktan sonra, mukabelede ilkin Naathan tarafından (Na’at-i Şerif) okunur. Bestekâr Itri’nin bestelediği Na’at-i Mevlâna, Hazret-i Peygamber’e en içli seslenişlerle bir övgü olup (Yâa Hazret-i Mevlâna, Hak dost….) diye başlar. Sonra ney taksimine geçilir, Ney, asıl vatanı olan kamışlığa özlemini dile getirir. Ney, insan-i kâmil’in sembolüdür ve yanık, içli sesiyle Hakk’a vuslatın özlemini çeker. Bundan sonra Sultan Veled devri denilen (Devr-i Veledi) başlar. Musikînin temposuyla, âdâb ve erkân üzere semâhâne ortasında şeyh, dergâh erkânı ve Semazenlerle üç devir olan bu merasim, karşılıklı görüşmek, yâni baş kesmekle veya cemal cemale niyâz etmekle, mutlak varlığın kemâl zuhurunu doğrulamaktadır.

Semâ’zenlerin basındaki külâh, mezar taşına, sırtındaki hırkası mezarına, tennûresi de kefenine işarettir. Onlar dünyadan soyunmuş, gayb âleminin aşk pervaneleridir. Esasen, semahânenin sağı görünen, bilinen âlemdir, solu da görünmeyen bilinmeyen mânâ âlemi… Semazenler mânâ âleminin mânâ erleridir.

Devr-i Veledi ölümden sonra dirilmeye, şeyh’in rehberliği ve irsâdıyle, ebedi hayata yönelmeye işarettir. Üç devir, Tasavvufa (ilmel yâkın) yâni Hakk’ı ilimle bilmeye, ikinci devir, (aynel yâkin) yâni görmeye, üçüncüsü de (Hakkel yâkın) yâni Hakk’la bir olmaya delâlet eder.

Şeyh birinci devri tamamlarken, kidemce en geri ve en genç, nevniyaz denilen semazenle karşı karşıyadır. Birbirine baş keser ve böylece tevazuu en belirgin şekilde ifade ederler. Bu karşılıklı görüşme ayrıca birbirinin gönül kıblesine secdeye varıştır. Üçüncü devir sonunda, şeyh postuna geçer, semazenler de yerlerini alırlar.

Devr-i Veledi’den sonra gösteri baslar. Semazenler usulünce hırkalarını çıkarır yâni dünyevi gâilelerden soyunur, mezarlarından sıyrılırlar. Bu sıra şeyh postun önüne doğru yürür, baş keser ve herkes ona uyar. Semazen başı ilerleyerek şeyhin sağ elini öper, şeyh de onun sikkesini… Bu sema’a destur, yâni izin almaktır. Bundan sonra birer birer semazenler şeyhle görüşür ve sema’a kanat açarlar. Sema ederken kol açan semazenin sağ eli dua eder gibi yukarıya, sol eli aşağıya açıktır. Bu Hakk’tan alır, halka saçarız, hiç bir şey’i kendimize mal etmeyiz, görünüşte var olan, vasıtalık eden bir suretten başka bir şey değiliz.) anlamına gelmektedir. Bir başka ifadesiyle de (Göğe ağarız, yere yağarız, varlığımız Hakk’ın rahmetinde yok olmuştur) demektir. Semazenler hem kendi etrafinda döner, hem de meydani devrederler. Feleklerin, gezegenlerin, yıldızların ve dünyanın, güneşin câzibesiyle hem kendi etrafında, hem de günesin etrafinda devrettikleri gibi… Sema, bütün âlemlerin güneşi Tanrı’nın huzurunda bir devri âlem’dir.

Esasen sema; gerçek varlığa ulaştıran, insanı kendinden geçiren bir cezbe vasıtası, kendinden geçen kişinin can sarhoşluğudur. Mevlânamız’ın ifadesiyle (aşk’a kavuşmak, buluşmak sultanlığı için, perdeleri kaldırıp içeriye girmek devleti için, can elbisesidir. )

Semânın birinci devresi, âlemleri seyretmedir. Hakk’ın büyüklüğünü ve yüceliğini idrâktır. Bundan sonrası (Selâm) olarak tecelli eder. Birinci selâmdan âşıklar, şüphelerden kurtulur. Tanrı’nın birliğine imân eder. ikinci selâm Vahdet’i Tanrı birliğini görüş hâline getirmedir. Üçüncüsünde âşıklar, görüşlerini biliş ve oluş mertebesine ulaştırırlar. Bu devrede âşıklar, kendilerini, mutlak varlığın kemal durağında yitirmiş, yok ol-muşlardır. Son dördüncü devrede Vahdet durağında ayak direyerek kendi merkezleri çevresinde devrederler.

Semazen basi semâ’i idare eder. Semâzenler onun ayak ve baş işaretlerine göre durumlarını ayarlarlar.

Semâ’nın üçüncü selâmında şeyh de sem’â girer. Hatt-î istivâ’nın ortasında sema eden şeyh, şüphesiz burada Mevlâna’yı temsil etmektedir. Şeyh, semâ’dan sonra yavaş yavaş ilerler, posta varmasıyla semâ da sona erer.

SEMÂ

Türk tarihinin, ananesinin, inançlarının bir parçası olup Hz. Mevlâna (1207-1273) ilhamiyle oluşmuş ve gelişmiştir. Kemâle doğru manevî bir yolculuğu (Miracı), bir gidiş-gelişi, temsil eder. Semâ 7 bölümdür. Her bölümün ayrı bir manâsı vardır… Semâ’yi ilmî yönden tetkik ettiğimizde, şunu görürüz: Var olmanın temel şartı dönmektir. Varlıklar arasındaki müşterek benzerlik , en ufak zerreden en uzak yıldızlara kadar her birinin bünye-sini teşkil eden atomlarındaki elektron ve protonların dönmesidir. Her şeyin döndüğü gibi, insanoğlu da bünyesini teşkil eden atomlardaki mevcut dönmelerle, vücudundaki kanın dönmesiyle, topraktan gelip toprağa dönmesiyle, dünya ile beraber dönmesiyle tabii ve şuursuz olarak döner. Ancak insanı öbür varlıklardan farklı ve üstün kılan şey aklıdır. İşte, dönen SEMAZEN varlıkların müşterek hareketine, semâiyla beraber aklı da iştirak ettirir…

SEMÂ, kulun hakikâte yönelip, akılla – aşkla yücelip, nefsini terk ederek, Hakk’ta yok olusu ve olgunluğa ermiş, kâmil bir insan olarak tekrar kulluğuna dönüsüdür. Bütün varlığa, bütün yaratılanlara yeni bir ruhla, sevgi için, hizmet için dönüşüdür… Semâzen hırkasını çıkarmakla, manen, ebedî âleme, hakîkate doğar, orada yol alır.. Başındaki sikkesi (nefsinin mezar taşı), üstündeki tennuresi (nefsinin kefenidir). Kollarını çapraz bağlıyarak, görünüşte BIR rakamını temsil eden, böylece Allah’ın birliğini tasdik eden Semâzen, Semâ ederken, kollan açık, sağ eli dua edercesine göklere, Hak gözüyle baktığı sol eli yere dönüktür. Hakk’tan aldığı ihsanı, halka saçmasıdır.

Sağdan sola kalbin etrafında dönerek, bütün insanları, bütün yaratılmışları, bütün kalbiyle sevgi ve aşkla kucaklayışıdır. Sema töreni 7 bölümdür. Her bölümün ayrı bir manası vardır.

A) Birinci bölüm : İlahi aşkı temsil eden Peygamber efendimizi metheden bir “na’t” ile başlar. Buna “Na’t-i Şerif” denilir. Peygamberimizi methetmek, ondan evvelki bütün peygamberleri ve hepsini yaratan Allah’ı methetmek demektir.

B) Bu methiyeden sonra bir kudüm darbesi duyulur. Bu vuruş Allah’ın (C.C.) kainatı yaratışındaki “kün=ol” emrini temsil eder.

C) 3 ncü bölümde ise her şeye can veren “Nefesi” nefhayi İlahiyyeyi temsil eden bir ney taksimi duyulur.

D) 4 ncü bölüm, Sultan Veled devridir. Bu Semazenlerin bir birine üç kere selam vererek, bir peşrevle dairevi yürüyüşüdür. Şekilde gizli ruhun ruha selamıdır.

E) Sema töreni 4 selamdır. Semazen üstündeki siyah hırkayı çıkararak, sembolik olarak, hakikate doğar, kollarını bağlıyarak bir rakamını temsil eder böylece Allah’ın birliğine şahadet eder.Şeyh Efendi elini öperek sema’ya girme izni alır,

Sema’ya baslar

1 nci Selâm, insanin, bilgiyle hakikâte doğarak, Yüce Yaradan’ını ve kendi kulluğunu idrâkıdır…

2 nci Selâm, insanın yaratılıştaki nizami, azameti müşahede ederek, Allâh’ın kudreti karsısında hayranlık duymasıdır…

3 ncü Selâm, insanın hayranlık ve minnet duygusunun aşk’a dönüşmesiyle, aklın “aşk”a kurban oluşudur. Bu tam teslimiyettir, Allah’a vuslattır, Sevgilide yok oluştur! Bu dizim’de en yüksek mertebe olan “Nirvana”dir, İslâmiyetteki “Fenâfillah”tir. Ancak İslâmiyette en yüksek mertebe kulluk mertebesidir.

4 ncü Selâm ise, insanin manevî yolculuğunu tamamlayıp, kaderine razı olarak, yaratılıştaki vazifesine, kulluğuna dönüsüdür. Bu Selâma Şeyh Efendi ve Semâzen basi da iştirak ederler. Bu noktada Semâzen, Amene’r Resûlü’deki (K.Ker. Bakara 2. âyet 285.) Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine… imân etmiş olmanın nes’esi içindedir. İlâhî emirlerin ve yaratılış sebeplerinin zevki ve idraki içindedir… Benliğini, egosunu mağlup etmiş Peygamber Efendimizin, “ölmeden önce Ölünüz” ve Kur. Kerim Fecr s/27, son âyetlerindeki, “Ey emin ve mutmain olan nefis, sen O’ndan hoşnut, 0 da senden hoşnut olarak, Rabbine dön! Has kullarım zümresine gir! Onlarla beraber cennetime gir!” emirlerine uymuş ve nes’esine gark olmuştur…

F – Semâ töreninin 6 ncı bölümünde bilhassa “Meşrik de Allâh’ındır, magrib de. Hangi tarafa dönerseniz, Allah’ın yüzü oradadır. Çünkü Allâh Vasi’dir, Alîm’dir” (Bakara s.2 115 nci) âyet’inin okunduğu Kuranı Kerîm tilâvetiyle devam eder.

G – 7 nci bölümde Semâ töreni, bütün peygamberlerin, şehitlerimizin ve bütün inananların ruhları için okunan bir fatiha ve devletimizin selâmeti için bir dua ile son bulur…

Dede’ler ve Derviş”ler, Semâ Mukabelesinden sonra, kimseyle konuşmadan, tefekkür (meditasyon) için, sessizce hücrelerine çeki

www.mevlana.gov.tr

 

Büyük Kulüpte Nur Artıran ile

Çok özel bir konferans ve  çok özel konuk konuşmacılar

Tülin Özgür, Nur Artıran, İsviçre Büyükelçisi Raimund Kunz ve bizim grup

29 Nisan Pazar sabahı, Credit Agricole Group’un  davetlisi olarak, Büyük Kulüp deki çok özel kahvaltılı konferansa katıldım. Grubun davetlileri Türk İşadamları ve İşkadınları idi.Konu da Küresel Kriz idi. İsviçre Büyükelçisi,  Credit Agricole Group ekip olarak, İsviçreli konuklar, Büyük Kulüp üyeleri  katılımıyla toplantı çok kalabalıkdı, Bisiklet Yarışmasına rağmen tüm masalar, doluydu. Bizler de Credit Agricole Group’un başkanı sevgili dostumuz,Tülin Özgür ve Konuk Konuşmacı Nur Artıran‘ın yakınları, dostları ve sevenleri olarak, Saime Yardımcı, Nuran Evrensel,Şenda Tüfekçioğlu,Berrin Kuleli,Perihan Görücü, Münteha Adalı ile hep beraber oradaydık.Masalar, hem tüm Türk kahvaltılıkları hem, özel İsviçre peynirleriyle çok zengindi. Ama esas zenginlik, konuk konuşmacılar ve sohbetleri oldu.

Bizlerin Nur Artıran ile tanıştıran, sevgili dostumuz Saime Yardımcı ile önce Credit Agricole Group adına Jean Paul Betbeze konuştu. Ünlü ekonomist konuşmacı, Küresel krizden nasıl çıkılabilir? ABD,Avro Bölgesi,BRİCS Ülkeleri ve Türkiye’deki stratejiler konularını çok detaylı, raporlamalarla, alternatiflerle, ülkelerin şuanki siyasi durumları, ya da daha sonraki olabilecek şekillerde değerlendirdi. Grafiklerle paylaştı. Çok geniş kapsamlı bir sunum yaptı. Tüm iş hayatını etkileyecek olaylar ve analizler olduğu için herkes tüm dikkatle ve merakla izledi. Bütün konunun  içindeki  ülkelerin durumu yanında Türkiye’nin daha sağlıklı ve güvenilir bir strateji izliyor olması sevindirici olmasına rağmen ekonomik krizin global olması yönünden önümüzdeki günlerde daha zor günlerin bizleri beklediği aşikardı. Bu tablolara bakılarak en akılcı yolların neler olabileceğini de Jean Paul Betbeze kendi yorumuyla, önerileriyle aktardı.

Herkes olaya o kadar konsantre olmuştu ki ara bile verilmeden devam edelim dendi ve ikinci konuk konuşmacı,Şefik Can Uluslarlararası Mevlana Eğitim ve Kültür Derneği Başkanı  sevgili H.Nur Artıran, Küresel Ekonomik Krizde İnsan Faktörü başlıklı konuşmasına başladı.

Zamanlama, konuların ve konukların seçimi çok enterasan görünürken, Nur Hanım müthiş etkili farklı yorumu ile herkesin aklı, gönlü, yüreği, başka türlü  hissetmeye, atmaya, düşünmeye başladı. Bu olağanüstü konferansın böyle farklı iki yönden değerlendirilmesinin,  en önemli nedeni çok iyi bir finansçı ve ekonomist olduğu kadar, tasavvuf felsefesini de çok iyi bilen Tülin Özgür’ün başarısıydı.

Nur Artıran konuşmasına tasavvufi düşüncede maddi ve manevi dünyayı, madde ile manayı, aynı anda değerlendirmek ve dengede tutmanın önemi ile başladı. Çok çoşkulu, etkili  ve akıcı bir dille yaptığı konuşmasını, örnekler ve sembollerle de, renklendirdi. Aşağıda  aldığım notları Nur Hanım’ın kendi anlatımıyla  aktarmaya çalıştım. “İnsan faktörü 3 boyutlu, 1- Maddesel Boyut  2- Görünmeyen Boyut  3- İki Boyutun Birleştiği Ortak Nokta . Gerçekler bu iki boyutun birleştiği noktadadır. Bunu birleştirmeyen çözümler geçersizdir.Madde ile Mana arasınaki denge sağlanmazsa hiçbir çözüm geçerli olamaz . Sadece ekonomik kriz de değil, her zaman bu denge şart.Öncelikle insan kimdir, ondaki evrensel güç nedir, kapasitesi ne kadardır. Her konuda detaylı araştırma yapan insan kendisi hakkında yeterli bilgi sahibi değil.Günümüz de insan dış dünya ile uğraşmaktan kendisini araştırmamıştır.Büyük bir hırsla atını gökyüzüne sürerken, yıldızları keşfederken ne yazık ki kendini keşfedememiştir.800 yıl önce Mevlana şimdiki medeniyetin oluşmadığı yıllarda bile insanın gücünü söylemiş,” İnsan en mükemmel şekilde yaratılmıştır.İnsan hayale sığmayacak kadar büyüktür.Kıyamete kadar anlatsam sığmaz. İnsanın değerini çok iyi anla yoksa hiçbirşeye çözüm getiremezsin.”..demiş….Nietzsche “Cinselliği olmasa, ben ona tanrı derim diyerek, insanı anlatmış. Gerçek insan neyi nerede yapacağını bilir, İnsan evrenin en güçlü yaratığıdır.

Yüce Allah “Ben insanın sırrıyım, insan da benim sırrım”, buyurmuş. Mevlana  “Dünya  küçük alemdir.İnsan tüm evrenin üstünde güçlüdür. Herşey insana göklerde ve yerde hizmetçi olarak verilmiştir.İnsan kendi yaradılışını çözmeden, sorunları çözmesi beklenemez.”demiş.

Evrendeki ilahi bütünlüğü redeen hiç bir devlet ve hükümetin uzun süre kalması mümkün değildir.Birbirinden ayrı , ayrı gibi gözüken herşey bir bütünün parçasıdır. Hava, ateş, su zıt gibi görünen ama bir bütünlük  içinde birliktedirler.

Ekonomik ve sosyal hedefleri belirlerken,insani değerleri de ele almak gerekir. Mevlana der ki dünyayı bir insan bir bütün olarak düşünün,dünyadaki tüm insanlar vucüttaki hücreler gibidir, hücreler de organları, oluşturur. Hepsi birarada insanı oluşturur.Hiç biri diğerine benzemez.  Evrendeki değerler de aynı şekilde. Tasavvufi düşünce de ticaret ve çalışmak şart, özendirilir,ilahi nizam ticareti önerir,paylaşmayı önerir.Ama emeksiz zihniyeti rededer.Böyle bir görüş zayıf inasanı oluşturur.Ticari emek güç, demir çimento gibidir.Hedefleri güçlü kılar.Diğeri ise sahile kumla kale yapmaya benzer. 1929 da ki Amerika ekonomik  krizini, “İnsan Denen Meçhul” isimli  eserinde anlatan,  Nobel Tıp Ödülü kazanan Dr. Alexis Carrel, “Kriz medeniyetin kendi yapısından kaynaklanıyor. Ama içinden çıkamıyoruz. Krizden yani  kendi elimizle yaptığımız bu bataklıktan,  yine ancak kendi insani gücümüzle çıkabiliriz.”  diye anlatmış.  

80 sene sonra değişen birşey yok, insanlar yine aynı yanlışları yapıyorlar.Yine aynı krizleri yaşıyorlar.Bütün ekonomik doktrinler insanı keşfetmeyi redettiler.Manevi değerlerimizden çok şey kaybettik.Çünkü insan kendini tanımadan bu maddi dünyaya hakim olmak istemiştir.Netice de de medeniyet mutsuz ,huzursuz insan yapıyor. 80 sene önce de aynı şeyler yaşanmış bugünde aynı noktadayız. Hiç bir ilerleme yok.Mevlana insan üç boyutludur, diyor. Et kemik ve ruhtan meydana gelmiştir. İnsan kurtulmadıkça dünya kurtulamaz, diyor.Şems, “dünya insana benzer, insan başka bir dünyaya” diyor. .Önce insanı çözmeliyiz, sonra devletler, milletler, krizler

Toplantının sonunda Tülin Özgür son noktayı koyduğu yorumunda, iki uç noktayı birleştirdi.Ekonomik  krizler, manevi dünya ile maddi dünya arasındaki dengesizliğin neticesidir.Buda günümüzde, maddi değerlere daha fazla değer verilmesinden oluşmuştur. Çözümü de dengeyi kurmakla mümkündür. İki değerli konuşmacı da krizi, kabuğu, çekirdeği,ve meyvalarıyla, çok farklı yönlerden değerlendirdiler, diyerek, çıt çıkmayan salonu kendi düşünceleri ile bıraktı.

Toplantı sonrası Büyük Klüp Bahçesindeyiz sevgili Nur Artıran ile 

Hepimizin  kendine gelmesi çabuk olmadı.Toplantı nasıl başlamıştı, nasıl bitti. Hep zaman zaman bildiğimizi sandığımız gerçekleri anında unutup kendimizi hep sadece maddi, görünen,dünyanın içinde kaybolmaktan nasıl kurtarmalıyız, ve bunu nasıl paylaşmalı, çocuklarımıza çevremize güzel örnek olmalıyız. Ben, toplantıyı, elimden geldiğince  anlatmaya çalıştım. Ama biliyorum  ki, yapmamız gereken bilmek değil, olmak.Kendimizi, içimizdeki sınırsız gücü keşfetmek ve  iyi insan olma yolunda ilerleyebilmek.

Hepimiz kendi dünyalarımıza  doğru ayrılırken Nur Hanım, çok önemli yabancı konuklarını ağırlamak üzere Beykoz’daki yerlerine doğru yola çıktı. Tüm Mayıs ayı boyunca da çok önemli toplantıların, konferansların konuğu olacak. Saime Hanım da  Konya ‘daki önemli toplantıların düzenleyicisi  ve ev sahibi olarak  Konya’ya gitti. Ben de daha sonraki buluşmalarımızı  size aktarma sözü ile yazımı bitiriyorum.Sevgiler

Aşk, Aşk, Aşk, Her Yerde Aşk

Çok soğuk bir haftayı daha sonlandırdık. Haftanın en güzel günlerinden birinde çok sevdiğim bir arkadaşımın Tasavvufta Aşk Sohbetine katıldım. Haftalar öncesinden her şeyi iptal edip ona katılabilmek için kendimi programlamıştım. Çünkü geçen senede bir kez katılma fırsatım olmuştu, ve çok severek, beğenerek, mutluluk duyarak dinlemiştim. Kaçırmak istemedim. Sohbet çok samimi, sıcak bir ortamda , yirmi kişi civarında dinleyici ile oldu. Biz sohbeti yapacak arkadaşımla birlikte beş altı kişi birbirimizi tanıyorduk, diğerleri yabancı idi.Hava şartları çok kötü günlerden biri olmasına rağmen salon tamamen dolmuştu.Gönlü güzel, ruhu güzel, enerjisi güzel, kendisi güzel arkadaşım herkes geldikten sonra sohbete Yunus Emre‘nin bir deyişi  ile başladı.           Yaradılanı severim,   Yaradandan ötürü                                                                                                

Bu minicik beyitte herşeyi anlatmış, Yunus Emre.  Aşk, Yaradılandan Yaradan’a, Yaradandan Yaradılan’a giden bir yol. Tasavvuf da da bu çok güzel bir sözle anlatılıyor, El ele, El Hakka. Kendimizi sevmekle başlayan, insan insanın aynasıdır da dendiği gibi diğer insanları, tüm yaradılanı sevmek, ve hepsini severek tanrı aşkını anlayabilmek. Anladığımızı, sevgimizi de yansıtarak, paylaşarak çoğaltmak. Tanrının sevgisine layık olmaya çalışmak. Sevgili Ayşe (Ayşe Şakar)Her Şeyde  Aşk’ı, farklılıklarını  da çok güzel örneklerle, hikayelerle  anlattı.  “Bu farklılıkları oluşturanlar çeşitli  baharatlar gibidir. Çocuğumuza aşkımızda farklı bir baharat, annemize aşkımızda farklı, sevgiliye aşkımızda farklı baharatlar tadlar var” diye örnekledi. Arkadaşım sohbeti iki saat boyunca Tasavvufda  Aşk yolunda nasıl bir disiplin vardır,ve nasıl yol alınır,o yolda nasıl edep vardır, nasıl sınavlardan geçiyoruz,   başlıkları ile devam etti.  Herkes gayet memnun, daha da uzun dinlemeye hazırdı.  Hepimiz  için,  aşk ister sevgiliye olsun, ister çocuğumuza olsun, ister doğaya, çiçeğe, müziğe olsun, her tadıyla güzel,her şekliyle güzel. Belki karşı cins  anlamında sevgilimiz olmadığı zamanlar olabilir, ama aşk her yerde, her şeyde,   yaradandan ötürü, tüm yaradılana var. Yaradana sınırsız aşkımız, sevgimiz var.

Sevgililer gününü belki bazılarımız ticari amaçlı ve gereksiz buluyoruz, evet bence de aşkın sevginin günü yok, ama ayrıca o günde de kutlamanın zararı da yok. Herkes kendine göre kutlamalı.                                                                                                                                 Ama isteyerek, bekleyerek  değil, aşk vermektir, istemek değil. Vererek en güzel armağanı sonunda siz alıyorsunuz zaten. Tasavvufda Aşk  konusunda arkadaşım saatlere sığmadı.Şimdiye değin, yazılanlar, söylenenlerin de   ölçüsü yok. Herşey ölçülü ve yerinde  olmalı, ama aşkın sınırı yok. Bende sayfalara sığmayabilirim, ama gerisini sizin de sınırsız sevgi dolu, gönüllerinize  bırakacağım..

Benim artık bir Çikolatacım var.       Evet söylemesi bile çok güzel geliyor kulağıma.                                   Hemen evimin yanında, üniversiteden çok sevdiğim bir arkadaşım bir Çikolatacı açtı. Rengarenk kutularda, ambalajlarda her boyda, şekilde farklı tadlarda çikolatalar.Nereye gidersem, kime gidersem hemen uğrayıp , bir kutu çikolata alıyorum. Benim tercihim, hep portakallı ve krokanlılardan yana.                        Her seferinde başka bir kutu yada ambalajda yapılması, üzerinin kurdelaları, çiçekleri, uğur böcekleri, minicik kalpleri ile çok hoşlar.

Evet artık sevgililer günü ne alacağım diye düşünmüyorum, benim tüm sevdiklerime alacağım hediyeler belli.

Kocaman aşkıma portakallısından, anneme krokanlı, çocuklara karamel, portakal, krokan karışık, biraz da renkli drajelerden. Sizde tüm sevdiklerinize, takımınızın renkleri ile sarı kırmızı, sarı lacivert, siyah beyaz renklerde sürprizler  yapabilirsiniz.

Çikolatacıya uğramak isterseniz Fenerbahçe, Bağdat caddesi arasında, Dr. Faruk Ayanoğlu caddesinde Göz Hastanesine gelmeden hemen önce .Facebook sayfalarından da Çikolatacı diye ulaşabilirsiniz. Sevgili Asuman’a ve Özkök ailesine, caddemizde böyle bir keyif ve güzellik kazandırdıkları için çok teşekkürler.

Değerli Rehberlerim ve Türkiye’de İlk Kez İnternette Koçluk

Geçtiğimiz yıl ve bu sene kişisel gelişimle ilgili birçok bilgiyi birarada bulma şansım oldu, ve devam ediyor.                                                           Quantum konusunda da, hep okurum, dinlerim, takip ederim,özel bir çalışma da yapmayı düşünürken, planlamadan,hayatıma  birden  bir quantum koçu girdi, kendisiyle başlattığım seanslar, yaz ve hastalıklar esnasında kesilmek zorunda kaldı ama ilişkimiz devam ediyor.

Sevgili Aynur Tümen beni yazmam konusunda ilk tetikliyen oldu. Bu yıl hem Aynur Tümen, hem bir danışanı ilk kitaplarını yazarak, bana çok da güzel örnek oldular.

Mevlanayı öğrenme anlama isteğim,hep vardı, ama o da, bir anda gerçekleşti.                                                                                                   Çok değerli, Mesnevihan Nur Artıran hanımla Mesnevi sohbetlerine  başladık. Kendisiyle her ay uzun sohbetler yapmaya devam ediyoruz. Bu faydalı sohbetler benim ve arkadaşlarım için çok büyük şans oldu.

Bu sohbetlerde, hem tek tek, anlamaya çalışıyoruz, hem biribirimizle de paylaşarak, dinlediklerimizi, yorumlarıımızı, ya da nasıl hayata geçireceğimizi tartışıyoruz böylece çok daha etkin öğrenme şansımız oluyor.

Nur hanım,  geçtiğimiz ay ilk kitabını çıkardı.                           O da hep elimde, ama Mesneviyi Nur Hanımdan dinlemek, tekrar, tekrar sorabilmek,örneklerle paylaşmak benim için çok değerli.

2011 in ikinci yarısında başladığım, diğer bir çalışmam da sevgili üyemiz Diana Misim Fındıkoğlu ‘nun aracılığı ile Kagider ICF  Uluslarası Koçlar Federasyonu işbirliği ile yaptığımız koçluk seanslarında,  aynı zamanda,  ICF Türkiye Şubesi Başkanı olan,  değerli, profesyonel koç Gürkan Sarıoğlu ile  oldu.                                                                      6 seanslık bir çalışmayı   başlattık ve geçen hafta sonlandırdık. Gürkan Beyin, benim blogumun ilk çıkışı ve devamı sürecinde çok olumlu katkısı oldu. Sonrasında da yapmak istediklerimle ilgili bazı tereddütlerimi yendim, ve kendisine de kararımı da bildirdim. Bir sene sonrası için de ilk hedef tarihimizi belirledik.

Girişimci kadınlara koçluk yapmak bence oldukça zor iş diye düşünüyorum.                                                          Bu çok güzel proje için hem sevgili Diana’ya, hem ICF ‘e hemde değerli koçum Gürkan Sarıoğlu’na çok teşekkür ediyorum.                                                                        Gürkan bey kızı Özlem’le  beraber başlattığı koçluk çalışmasına şimdi de Vivi Soryano ve oğlu Dani ile devam etme kararı aldılar.İnsparkus adlı  şirket koçluk çalışmalarında Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek İnternet üzerinden koçluk hizmeti vermeye başladı. Çok iddialı çok farklı projeleri var. Danışanlarının özellike Y kuşağından daha fazla  olduğunu söylüyorlar.          Yeni projelerinde başarılar diliyorum.

Coelho’yu yeniden, yeniden  okuyorum, Zahir’le başladım, sonra Elif, şimdi de seneler önce okuduğum Simyacı hep elimde . Richard Bach’ı  Martı ile , Aykut Oğut’u son kitabıyla tekrar tekrar okudum, daha listeler uzun.                                                                        Başucu kitaplarım, şu ara on tane kadar oldu. Bir de, Rhonda Byrne var.Secret’ın yazarı. Onun The  Power kitabı.

Hepsini  bir arada  okuyorum, düşünüyorum. Birşeyleri daha net anlamaya çalışıyorum. Önemli olan anladığımı yaşam felsefesi haline getirmek.                                                   Her zaman  beceremediğim en önemli şey, tüm öğretilerde, olumsuzluklardan uzak dur denmesine rağmen, yaşadıklarımız bizi,  zaman zaman olumsuz düşüncelerin içine çekiyor, ve mutsuz oluyoruz.                                                                                          Olumsuz olaylara kayıtsız kalabilmeyi başarmak, en zorlandığım bu.                                Annemin hastalığında da başaramadım, yaptığım panikle, üzüntü ile kendimi de hastalıkların pençesinde buldum. Buradaki sır, kayıtsız kalmak olamazdı,annemin çektiği ıstıraba nasıl sırtımı dönebilrdim. Ama orada da bir mutluluk, bir iyi neden, bulmalıydım. Nitekim de vardı. Hastalıkla olamayacak kadar birbirimize yakın olduk. O güne kadar yeterince gösteremediğimiz,dile getiremediğimiz, sevgilerimiz, güzel duygularımız açığa çıktı. Anne kız arasındaki yılların çözemediği birbirine yeterince açılamama, anlayamama problemlerimizi  çözdük.   Her şerrin bir hayra döneceğini  düşünürsek, sevgiyle, hayrın yolunu zaten açmış oluyoruz. Ama Nur Hanım’ın da dediği gibi panik yapmadan, her ne yaşıyorsak; kötü,  olumsuz duygular hissetmeden, herzaman yaptığımız gibi sevgiyle olumlu duygular hissetmek. Mevlana felsefesi de bunu anlatıyor.

,

Bir gün Şems’e bir adam gelmiş; “Hayatım alt üst oldu,” demiş.
Şems de şöyle cev…ap vermiş;                                                                                        “Hakkın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol.
Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme.
Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını ?

Rhonda Byrne da son kitabında Evrenin Sırrını ve Gücünü çok güzel anlatıyor, özetliyor. Her sayfasını çok severek okuyorum. Buraya seçmekte zorlanıyorum. En iyisi zaman zaman aktarayım. Her zorda kaldığımızda,  sığınacağımız,dayanacağımız, her şekilde şükredeceğimiz, birşeylerimiz olsun, hep hatırlayalım, uygulayalım.

Hayat size herşeyi sevdiklerinizi seçeseniz diye sunuyor! Eğer biri sizin istediğiniz bir şeye kavuşursa bu sizin başınıza gelmiş gibi,heyacanlanın. Hayat size herşeyi sunuyor ve eğer onun için sevgi hissederseniz aynısını kendinize çekersiniz.

Sevmediklerinize sırt çevirin, ve onlar için birşey hissetmeyin.                                          Sevmediklerinize hayır demeyin çünkü hayır demek onları size getirir.                         Sevmediğiniz şeylere hayır derseniz, onlar hakkında kötü hissederseniz kötü hisler verirsiniz ve o hisleri hayatınızdaki olumsuz durumlar olarak geri alırsınız.

Hiçbir şeye hayır diyemezsiniz çünkü “Hayır, onu istemiyorum,” dediğinizde çekim yasasına evet demiş olursunuz.                                                                      Sevmediklerinize sırt çevirin ve onlara hiçbir his vermeyin çünkü onlar oldukları gibi iyiler ama onların sizin hayatınızda yeri yok.