Şeb-i Arus ve Sema Törenleri

Şeb-i Arus Mevlana’nın ölüm yıl dönümü kutlamalarında yapılan törenin adı. Bu sene Galata Mevlevihanesi’nde yapılan Şeb-i Arus törenlerine katıldım. Ne zamandır görmek istediğim Galata Mevlevihanesi’ni de bu özel günde görmüş oldum. Ama tekrar gidip müzesini de gezmek istiyorum. Şeb-i Arus ve Sema gösterileri ile ilgili  bilgileri de bu vesileyle paylaşmak istedim. Seneler önce ben de ilk kez Konya’da katıldığım törenlerde öğrenmeye çalışmıştım. 1970 lerde de ilk Sema gösterisini AKM’de seyretmiştim. O zaman düşündüklerim, bildiklerim, Konya’da öğrendiklerim, ve sonra ilgiyle takip ettiğim, dinlediğim, değerli kişiler, okuduğum  değerli kitaplar sayesinde her seferinde bir şeyler öğrenmeye hayatıma almaya gayret ediyorum. Bu özel hafta da sizlerle de temel bir iki konuyu paylaşmak istedim. Sevgiler iyi hafta sonları…

02-veb

Şeb-i Arus 

Mevlânâ’nın ölüm gününün hatırası olarak yapılan merasim hakkında kullanılan bir tabir. İkindi vaktinden sonra Kur’an okumak ve Aynü’l-Cem’ yapılmak sûretiyle icra edilen bu merasimin gecesine aynı zamanda “Leyletü’l-Arûs” da denilir. Şeb, Farsça; Leyle, Arapça “gece” demek olduğu için tabirlerin ikisi de aynı manâya delâlet etmektedir.

Mevlânâ Celaleddin ölüm gününü “Hakk’a vuslat”, “Düğün günü” saymıştır (Hilmi Yücebaş, Edebiyatımızda Mevlânâ, (Konya İl Yıllığı), Konya 1973, 30)

Bilindiği gibi, Mevlâna (hicrî 672) miladî 17 Aralık 1273’de Pazar günü akşam üstü güneş gözden kaybolup, Konya ufuklarını kızıla boyarken bu âlemden can ve bekâ âlemine göç etmiştir. Mevlânâ ölümünü gerdek gecesi “Şeb-i Arûs” “Sevgiliye kavuşma” günü olarak kabullenmişti. Şeb-i Arûs, fedakârlıkla başlar, ölüm boyunca devam eder, öbür âleme kavuşmakla tamamlanır.

Mevlânâ, “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama, arif kişilerin gönlündedir. Bizim mezarımız. Burada ölüm (olarak) tezahür ediyorsa da orada doğumdur” der. Yine Rabbine, “Ölmek şeker gibi tatlı bir şey, canı sen aldıktan sonra seninle olunca da tatlı candan da tatlıdır, ölüm” şeklinde seslenir. Böylelikle ölüme bir başka açı kazandırır (Alişan Özattila, Hak Aşığı Mevlânâ Celâleddin, 180-181).

Gerçekte iki türlü ölüm vardır. Birincisi, nefsi (egoyu) feda ederek oluşan “manevî ölüm”. Yani Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “Ölmeden evvel ölünüz” emrince “Hak’ta yok olmak” anlamındadır. Bu ölüme, “ilk vuslat” adını da verebiliriz. İkinci ölüm ise, “fizikî ölüm”dür. Bugüne kadar, Şeb-i Arûs olarak kabul ettiğimiz, canın beden kafesinden kurtularak aslına döndüğü, katrenin denize, can ummanına erdiği an. Ki bu an “vuslat gecesi” olarak isimlendiriliyor (Feyzi Halıcı, Mevlânâ Sevgisi, 20).

Mevlânâ’da Vuslat Anlayışı

Mevlânâ, “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” der. Kendinin ölüm ve vuslat anlayışını, Kur’an-ı Kerim’in bir âyetinin ışığı altında tetkik edip anlamak mümkündür:

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra ancak bize döndürüleceksiniz” (el-Ankebût, 29/57).

Âyette geçen “dönmek” kelimesi, Allah’a kavuşulacağını, “vuslatı” açık bir ifadeyle “müjdelemekte”dir. Bu müjdeyi benimseyen, ona sımsıkı sarılan Mevlânâ, ölümü bir ayrılık değil, bir vuslat olarak kabul eder.

Mevlânâ’nın ölüm anlayışına gelince; “Bir devir sistemi içinde hayatın anlamı, ruhun ölümsüzlüğü ve Allah’a, vuslatın yolu ölümden geçmektedir” tarifiyle zemin kazanır ve Mevlânâ’da ölüm, “Mutlak ve ölümsüz Varlık’a veya diğer ifadeyle “asla” bir rücû hareketi ile” zirveye ulaşır.

Mevlânâ, ölümü kişinin aslına dönüşü veya menşein ilâhi bir cevher olması hasebiyle “Allah’a dönüş” olarak telâkki eder.

Bir başka ifadeyle ölüm, “Cismin ortadan kalkması değil, Allah’a doğru uçmasıdır.”

Mevlânâ bu hususu şöyle ifade eder:

“Bizi Elest harabatından getirdiler. Coşmuş, dağılmış ve kendinden geçmiş olarak getirdiler. Yine harabat tarafına çekecekler. (Bizi) yoktan var ettikleri için” (Mevlânâ, Rubaiyyat, 672/1 14).

“Hele ölümden bir kurtulsun, kurtuluşa ulaşın; çünkü sevgiliyi görmek âb-ı hayattır.” (Mevlânâ, Mesnevî, Terc., A. Gölpınarlı, III, Beyit 4607).

“Çünkü tiksinmek, kötü gelmek ortadan kalkarsa o ölüm, ölüm değildir ki. Görünüşte ölümdür, gerçekteyse göçüş” (Mevlânâ, Mesnevî Terc., A. Gölpınarlı, III, 4613).

Abdülmelik ERDOGAN

28091855_mevlanayediogudu

Sema Gösterisi

Ölüm gününü Hakka vuslat; “Düğün Günü” sayan büyük Mevlâna’dan sonra, oğlu Sultan Veled ve yakınları tarafından, Mevlâna’nın fikir yapısı ve düşünceleri üzerine (Mevlevî Tarikatı) kurulmuş ve bu edep erkân yolunu izleyenlere (Mevlevî) denilmişti.

Mevlevî kelimesi Mevlâna’ya nispeti ifâde etmekle beraber, Kur’an-ı Kerîm’deki (Nereye dönersen Allah’ın likâsını görürsün) anlamında olan (tevellû) kelimesiyle ilgilidir.

Mukabele denilen Semâ gösterisi, Mevlevî Dergâhı’nda, semahânelerde Mutlak Kemâl ve Hakka Vuslat yolunun derecelerini sembolize eder. Mukabele, en küçük teferruatına kadar tespit edilmiş usûl ve erkânla yapılır. Semahânelerde neyzen, kudümzen, âyinhan ve naat hanlar gibi musikî erkânının bulunduğu ve sıralarına göre yerini aldığı mutrib’in önünde sema meydanı , onun da tam karsısında şeyh postu vardır. Post’un ucundan semâhâne girişi ortasına kadar uzandığı farz edilen mevhum çizgiye (hatt-i istiva) denir. Bu, gerçeğe ulaşan, Vahdet’e giden en kısa yoldur. Bu çizgi aslâ çiğnenilmez.

Şeyh ise, bütün ilâhi sıfatlara mazhar olan ve postun-da Mevlâna’yı temsil eden Hak ilminin ve Hakikat-i Muhammedi’yenin mümessilidir. Post, en büyük manevi makamdır ve kırmızı renklidir.

Mutrib erkânı, semâzenler ve şeyh efendi yerlerine oturduktan sonra, mukabelede ilkin Naathan tarafından (Na’at-i Şerif) okunur. Bestekâr Itri’nin bestelediği Na’at-i Mevlâna, Hazret-i Peygamber’e en içli seslenişlerle bir övgü olup (Yâa Hazret-i Mevlâna, Hak dost….) diye başlar. Sonra ney taksimine geçilir, Ney, asıl vatanı olan kamışlığa özlemini dile getirir. Ney, insan-i kâmil’in sembolüdür ve yanık, içli sesiyle Hakk’a vuslatın özlemini çeker. Bundan sonra Sultan Veled devri denilen (Devr-i Veledi) başlar. Musikînin temposuyla, âdâb ve erkân üzere semâhâne ortasında şeyh, dergâh erkânı ve Semazenlerle üç devir olan bu merasim, karşılıklı görüşmek, yâni baş kesmekle veya cemal cemale niyâz etmekle, mutlak varlığın kemâl zuhurunu doğrulamaktadır.

Semâ’zenlerin basındaki külâh, mezar taşına, sırtındaki hırkası mezarına, tennûresi de kefenine işarettir. Onlar dünyadan soyunmuş, gayb âleminin aşk pervaneleridir. Esasen, semahânenin sağı görünen, bilinen âlemdir, solu da görünmeyen bilinmeyen mânâ âlemi… Semazenler mânâ âleminin mânâ erleridir.

Devr-i Veledi ölümden sonra dirilmeye, şeyh’in rehberliği ve irsâdıyle, ebedi hayata yönelmeye işarettir. Üç devir, Tasavvufa (ilmel yâkın) yâni Hakk’ı ilimle bilmeye, ikinci devir, (aynel yâkin) yâni görmeye, üçüncüsü de (Hakkel yâkın) yâni Hakk’la bir olmaya delâlet eder.

Şeyh birinci devri tamamlarken, kidemce en geri ve en genç, nevniyaz denilen semazenle karşı karşıyadır. Birbirine baş keser ve böylece tevazuu en belirgin şekilde ifade ederler. Bu karşılıklı görüşme ayrıca birbirinin gönül kıblesine secdeye varıştır. Üçüncü devir sonunda, şeyh postuna geçer, semazenler de yerlerini alırlar.

Devr-i Veledi’den sonra gösteri baslar. Semazenler usulünce hırkalarını çıkarır yâni dünyevi gâilelerden soyunur, mezarlarından sıyrılırlar. Bu sıra şeyh postun önüne doğru yürür, baş keser ve herkes ona uyar. Semazen başı ilerleyerek şeyhin sağ elini öper, şeyh de onun sikkesini… Bu sema’a destur, yâni izin almaktır. Bundan sonra birer birer semazenler şeyhle görüşür ve sema’a kanat açarlar. Sema ederken kol açan semazenin sağ eli dua eder gibi yukarıya, sol eli aşağıya açıktır. Bu Hakk’tan alır, halka saçarız, hiç bir şey’i kendimize mal etmeyiz, görünüşte var olan, vasıtalık eden bir suretten başka bir şey değiliz.) anlamına gelmektedir. Bir başka ifadesiyle de (Göğe ağarız, yere yağarız, varlığımız Hakk’ın rahmetinde yok olmuştur) demektir. Semazenler hem kendi etrafinda döner, hem de meydani devrederler. Feleklerin, gezegenlerin, yıldızların ve dünyanın, güneşin câzibesiyle hem kendi etrafında, hem de günesin etrafinda devrettikleri gibi… Sema, bütün âlemlerin güneşi Tanrı’nın huzurunda bir devri âlem’dir.

Esasen sema; gerçek varlığa ulaştıran, insanı kendinden geçiren bir cezbe vasıtası, kendinden geçen kişinin can sarhoşluğudur. Mevlânamız’ın ifadesiyle (aşk’a kavuşmak, buluşmak sultanlığı için, perdeleri kaldırıp içeriye girmek devleti için, can elbisesidir. )

Semânın birinci devresi, âlemleri seyretmedir. Hakk’ın büyüklüğünü ve yüceliğini idrâktır. Bundan sonrası (Selâm) olarak tecelli eder. Birinci selâmdan âşıklar, şüphelerden kurtulur. Tanrı’nın birliğine imân eder. ikinci selâm Vahdet’i Tanrı birliğini görüş hâline getirmedir. Üçüncüsünde âşıklar, görüşlerini biliş ve oluş mertebesine ulaştırırlar. Bu devrede âşıklar, kendilerini, mutlak varlığın kemal durağında yitirmiş, yok ol-muşlardır. Son dördüncü devrede Vahdet durağında ayak direyerek kendi merkezleri çevresinde devrederler.

Semazen basi semâ’i idare eder. Semâzenler onun ayak ve baş işaretlerine göre durumlarını ayarlarlar.

Semâ’nın üçüncü selâmında şeyh de sem’â girer. Hatt-î istivâ’nın ortasında sema eden şeyh, şüphesiz burada Mevlâna’yı temsil etmektedir. Şeyh, semâ’dan sonra yavaş yavaş ilerler, posta varmasıyla semâ da sona erer.

SEMÂ

Türk tarihinin, ananesinin, inançlarının bir parçası olup Hz. Mevlâna (1207-1273) ilhamiyle oluşmuş ve gelişmiştir. Kemâle doğru manevî bir yolculuğu (Miracı), bir gidiş-gelişi, temsil eder. Semâ 7 bölümdür. Her bölümün ayrı bir manâsı vardır… Semâ’yi ilmî yönden tetkik ettiğimizde, şunu görürüz: Var olmanın temel şartı dönmektir. Varlıklar arasındaki müşterek benzerlik , en ufak zerreden en uzak yıldızlara kadar her birinin bünye-sini teşkil eden atomlarındaki elektron ve protonların dönmesidir. Her şeyin döndüğü gibi, insanoğlu da bünyesini teşkil eden atomlardaki mevcut dönmelerle, vücudundaki kanın dönmesiyle, topraktan gelip toprağa dönmesiyle, dünya ile beraber dönmesiyle tabii ve şuursuz olarak döner. Ancak insanı öbür varlıklardan farklı ve üstün kılan şey aklıdır. İşte, dönen SEMAZEN varlıkların müşterek hareketine, semâiyla beraber aklı da iştirak ettirir…

SEMÂ, kulun hakikâte yönelip, akılla – aşkla yücelip, nefsini terk ederek, Hakk’ta yok olusu ve olgunluğa ermiş, kâmil bir insan olarak tekrar kulluğuna dönüsüdür. Bütün varlığa, bütün yaratılanlara yeni bir ruhla, sevgi için, hizmet için dönüşüdür… Semâzen hırkasını çıkarmakla, manen, ebedî âleme, hakîkate doğar, orada yol alır.. Başındaki sikkesi (nefsinin mezar taşı), üstündeki tennuresi (nefsinin kefenidir). Kollarını çapraz bağlıyarak, görünüşte BIR rakamını temsil eden, böylece Allah’ın birliğini tasdik eden Semâzen, Semâ ederken, kollan açık, sağ eli dua edercesine göklere, Hak gözüyle baktığı sol eli yere dönüktür. Hakk’tan aldığı ihsanı, halka saçmasıdır.

Sağdan sola kalbin etrafında dönerek, bütün insanları, bütün yaratılmışları, bütün kalbiyle sevgi ve aşkla kucaklayışıdır. Sema töreni 7 bölümdür. Her bölümün ayrı bir manası vardır.

A) Birinci bölüm : İlahi aşkı temsil eden Peygamber efendimizi metheden bir “na’t” ile başlar. Buna “Na’t-i Şerif” denilir. Peygamberimizi methetmek, ondan evvelki bütün peygamberleri ve hepsini yaratan Allah’ı methetmek demektir.

B) Bu methiyeden sonra bir kudüm darbesi duyulur. Bu vuruş Allah’ın (C.C.) kainatı yaratışındaki “kün=ol” emrini temsil eder.

C) 3 ncü bölümde ise her şeye can veren “Nefesi” nefhayi İlahiyyeyi temsil eden bir ney taksimi duyulur.

D) 4 ncü bölüm, Sultan Veled devridir. Bu Semazenlerin bir birine üç kere selam vererek, bir peşrevle dairevi yürüyüşüdür. Şekilde gizli ruhun ruha selamıdır.

E) Sema töreni 4 selamdır. Semazen üstündeki siyah hırkayı çıkararak, sembolik olarak, hakikate doğar, kollarını bağlıyarak bir rakamını temsil eder böylece Allah’ın birliğine şahadet eder.Şeyh Efendi elini öperek sema’ya girme izni alır,

Sema’ya baslar

1 nci Selâm, insanin, bilgiyle hakikâte doğarak, Yüce Yaradan’ını ve kendi kulluğunu idrâkıdır…

2 nci Selâm, insanın yaratılıştaki nizami, azameti müşahede ederek, Allâh’ın kudreti karsısında hayranlık duymasıdır…

3 ncü Selâm, insanın hayranlık ve minnet duygusunun aşk’a dönüşmesiyle, aklın “aşk”a kurban oluşudur. Bu tam teslimiyettir, Allah’a vuslattır, Sevgilide yok oluştur! Bu dizim’de en yüksek mertebe olan “Nirvana”dir, İslâmiyetteki “Fenâfillah”tir. Ancak İslâmiyette en yüksek mertebe kulluk mertebesidir.

4 ncü Selâm ise, insanin manevî yolculuğunu tamamlayıp, kaderine razı olarak, yaratılıştaki vazifesine, kulluğuna dönüsüdür. Bu Selâma Şeyh Efendi ve Semâzen basi da iştirak ederler. Bu noktada Semâzen, Amene’r Resûlü’deki (K.Ker. Bakara 2. âyet 285.) Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine… imân etmiş olmanın nes’esi içindedir. İlâhî emirlerin ve yaratılış sebeplerinin zevki ve idraki içindedir… Benliğini, egosunu mağlup etmiş Peygamber Efendimizin, “ölmeden önce Ölünüz” ve Kur. Kerim Fecr s/27, son âyetlerindeki, “Ey emin ve mutmain olan nefis, sen O’ndan hoşnut, 0 da senden hoşnut olarak, Rabbine dön! Has kullarım zümresine gir! Onlarla beraber cennetime gir!” emirlerine uymuş ve nes’esine gark olmuştur…

F – Semâ töreninin 6 ncı bölümünde bilhassa “Meşrik de Allâh’ındır, magrib de. Hangi tarafa dönerseniz, Allah’ın yüzü oradadır. Çünkü Allâh Vasi’dir, Alîm’dir” (Bakara s.2 115 nci) âyet’inin okunduğu Kuranı Kerîm tilâvetiyle devam eder.

G – 7 nci bölümde Semâ töreni, bütün peygamberlerin, şehitlerimizin ve bütün inananların ruhları için okunan bir fatiha ve devletimizin selâmeti için bir dua ile son bulur…

Dede’ler ve Derviş”ler, Semâ Mukabelesinden sonra, kimseyle konuşmadan, tefekkür (meditasyon) için, sessizce hücrelerine çeki

www.mevlana.gov.tr

 

Yorum bırakın