Mardin’in çok başarılı girişimci kadınlarından yakından tanıdığım,altı tanesini özellikle, uzun uzun anlatmak istiyorum.İlk Mardin’li girişimci yazım sevgili Yasemin Kalya Künteci oldu. 2012 Yılının Bölgesinde Fark Yaratan Girişimcisi olan Yasemin’i ilk kez 2006 da tanıdım.
Sevgili ortağım Ayşe Lerzan’ın yakın arkadaşı ve hemşehrisi olan Yasemin bize ofise ziyarete gelmişti.O günler de işini henüz kurmamıştı. Bize 2.derece tarihi eser bir Han dosyası ile ilgili neler yapabiliriz diye sormaya gelmişti. Çok dost, samimi ve sıcakkanlıydı. Kafasında da bir sürü farklı proje vardı.Projelerin birbiriyle hiç ilişkileri de yoktu.Ben iş hayatında çok fazla dağılmaktan yana olmamışımdır. Hep içinde olduğum, tercih ettiğim, hedeflediğim işe bütün enerjimi kanalize edenleren oluğum için, bu birbirinden farklı projelerin nasıl hayata geçeceğinin, hangisinin öncelikli olacağını merakla bekler oldum. Ayşe’den Yasemin ile ilgili güzel haberler almak, çok mutlu eder oldu. 2012 yılının Girişimci Kadın ödülünü de alması harika oldu.Ödül gecesinde beraber olduk, kendisini kutlamak , beraber sohbet etmek şansım oldu. Tanışmamızın ardından geçen altı seneden sonra da artık, Kagider etkinliklerinde biraraya gelebiliyoruz.Şaşırtıcı hikayesini hem ödül gecesi, hem de Temmuz Kahvaltı toplantımız da kendinden çok esprili, akıcı anlatımıyla tekrar dinledim. Aşağıda da kendi anlatımıyla gönderdiği hikayesini paylaştım.Bu çok güçlü, özel kadının karpuz çekirdeği ile karpuz kadar iş diye benzettiği girişimcilik hikayesini sizlerin de şaşırarak, beğenerek okuyacağınıza inanıyorum.

Sadece ‘Taş’ı Değil Anadolu’da Kaybolmaya Yüz Tutmuş Bir Kültürü Yeniden Gün Yüzüne Çıkaran Bir Kadın:
Yasemin KALYA KÜNTECİ
Hayatım 1965 yılında, bir medeniyet beşiği olan Mardin’de başlayıp; babamın memuriyeti sebebiyle Anadolu’nun başka şehirlerinde devam etti. Mardin’in ezan ve çan sesinin eşsiz beraberliği ile bu beraberliğe olan özlemim, beni bu şehre çeken en önemli faktördü. İlk nefes aldığı şehre âşık bir kadınım. İlk nefes aldığım şehirde, ilk nefes aldığım ev ise zihnimden hiçbir zaman silemediğim mimariye ve estetiğe sahip bir evdi. Belki de Mardin taşıyla inşa edilmiş bu evin geçmişime kazıdığı izleri takip ederek; bu gün Mardin taşı çıkaran bir girişimci olarak ülkeme ve memleketime hizmet vermekteyim.
Gelişen ülkemde ve giderek sınırların kalktığı dünyada, kültürler birbirleriyle yarışıyorken; yaptığım bu işin sadece taş çıkarmak olmadığının farkındayım. Zira Mardin de taş evler ve bu taş evlerin üzerindeki tarihi taş oymacılığı sanatı; şehre kişilik katan, geçmişin ruhunu bugüne taşıyan, Mardin’i 2500 yıldır Mardin yapan en önemli özelliklerden biri.
Her şey bir saat kulesiyle başladı.
Maden ocağı kurma fikri, Tekirdağ / Çerkezköy İlçe Belediyesi’nin Mardin’deki taş saat kulesini görüp; bana, aynısını ilçe meydanına yapmak istediklerini söylemeleri ile başladı. Bu işten hiç anlamadığım halde, Doğu kültürünü Batı’ya taşıma fikri ve Mardin taşını tüm ülkeye tanıtabilme ihtimali bu işe başlamamda önemli en önemli faktördü.
Hayaller kurmaya başladım!
Belediyenin bu talebinin hemen arkasından geçirdiğim bir rahatsızlık sonucu bir ay boyunca Kütahya ve Bolu Devlet Hastanesi’nde kaldım. Gündüzleri yapacağım saat kulesinin hayalini kuruyordum fakat bir sorun vardı; kuleyi yapmak için taşa ihtiyacım olacaktı. Gündüzleri kuracağım taş ocağının hayallerini kuruyor, akşamları ise hasta yatağımda telefon görüşmeleri yapıp; Mardin de taşı çıkarabileceğim bir arazi araştırıp, bu işin nasıl yapılacağına dair bilgiler topluyordum.
Ardından, Saat Kulesi projesini uygulamak üzere Mardin’e geldim. Bir yandan saat kulesini inşa etmek için çalışırken, bir yandan da Mardin için ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Mardin’i gecekonduların ele geçirmekte olduğunu, yenileşme adına yozlaştığını, tarihi dokusunun tamamen bozulma sürecine girdiğini ve devletimizin bu durumu düzeltmek için Mardin’i eski yapısına kavuşturmak amacını heyecanla öğrendim. Yeni inşa edilmesi planlanan tüm binaların, Mardin’in eski dokusuna uyumlu olması için taştan yapılacağı ve restore edileceği söyleniyordu. , TOKİ’nin yapacağı bazı inşaatlarda taş kullanılmasının mecburi olması, Hilton Oteli’nin taş ile kaplanacağı gelişmesi, Artuklu Üniversitesi’nin tüm kampüs binalarında taş kullanılması kararı, beynimde görünmeyen bir ampulün yanmasını sağladı. Bu gelişmelerin hepsi bir iş potansiyelini gösteriyordu. Ama tüm bu taş ihtiyacını karşılayacak bir taş üretimi henüz Mardin’de yoktu. Bu işteki potansiyeli görüp, kazançlı olduğunu düşünerek; bu dağlara verilecek emekle hem Mardin’i güzelleştirmek ve ekonomisine katkıda bulunmak, hem de memleketimde istihdam yaratmak amacıyla Mardin’de bir maden ocağı açma konusunda girişimde bulunmaya hızla karar verdim. Uygun bölgeyi araştırarak tespit ettim. Maden İşleri Genel Müdürlüğü’ne başvurarak; 99 hektarlık arazi için Mardin taşı çıkarmak üzere madencilik ruhsatı aldım.
Artık Mardin taşım vardı ama…
Böylece Mardin’de, yüzyıllar sonra Mardin taşı tekrar piyasaya girmiş olacaktı. Ancak esas mücadelenin şimdi başladığını bilemezdim. Artık taşım vardı. Ama onu nasıl çıkaracaktım? Elimdeki sermaye, sadece taşı kesen bazı makineleri almama yetiyordu. Ama taş, öylece dağın içinde beni bekliyordu. Ruhsatlı ocağımdan taş çıkarabilmek için yol lazımdı. Elektrik, iş makinaları ve ustalara ihtiyaç vardı. Yol ve elektriğin ocağa getirilmesinin ardından satın aldığım kesme makinaları, kiraladığım bir loder ve 10 işçiyle işe başladım.
Devlet can suyum oldu!
İş pahalı bir işti. Param ve ipoteklerim de yatırımlarıma yeterli olmayınca imdadıma, Kredi Garanti Fonu (KGF) yetişti ve bana kefalet vererek; Halk Bankası aracılığıyla, eksik olan iş makinelerimin kredisini sağladı. Böylece aylarca uğraştığım kredi sorunu da çözülmüştü. Bu arada, bana nakit ihtiyaçlarım için tam zamanında can veren KOSGEB-CANSUYU kredisinden de söz etmeden geçemeyeceğim.

İlk müşterim Sabancı!
Bayramda ziyaretime gelen kızıma, küçükken okuduğum okulu gezdirirken; okulun hemen arkasındaki binada bir restorasyon çalışmasının yapıldığını fark ettim. Bekçiye burayı kimin yaptırmakta olduğunu sordum. Bana, buranın Sabancı Müzesi olduğunu ve Sabancılar tarafından restore edildiğini söyledi. “Size taş lazım mıdır?” diye sordum. Cevap şaşırtıcıydı. Bekçinin, “Hem de çok lazımdır” cevabının ardından sorumlu kişiyle tanıştım. İlk satışımı yapmıştım ve Sabancılar artık müşterimdi.
Bu arada yapmış olduğum saat kulesi bitti ve Tekirdağ Çerkezköy’de görücüye çıktı. Mardin, Türkiye’nin Batı’sında gururla 2500 yıllık tarihini, mimarisini ve ihtişamını sergiliyordu. Ancak bu benim için yeterli değildi. Mardin taşını tüm Türkiye, hatta tüm dünya öğrenmeliydi. Onu kendi anıtlarında, binalarında kullanmalı; Türkiye’nin derin kültürel kökleri, Mardin ustalarının taş oymacılığı sanatı, binlerce yıllık sivil taş mimarisi başarısı ile tanışmalı ve ona hayran kalmalıydı. Bu tanıtıma, iki web sitesi oluşturup; hem Mardin’i hem de taşımı tanıtan kataloğun basımıyla başladım. Taşımın fiziksel ve kimyasal özelliklerini 24.10.2008 de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’ne götürdüğüm numune ile Analiz-Testlerini yaptırarak; çıkan değerleri web sitesi aracılığıyla ilgililerin bilgisine sundum. Kısa sürede çok sıkı bir çalışmayla, sektörün en iyi tanıtım platformu olan fuarlara hazırlandım. Eylül 2008’de üretime geçirdiğim taş ocağımdan çıkan taşları, Mardin’in okumamış ama heykeltıraş kadar yetenekli ustalarına oya gibi işleterek; KOSGEB’in de değerli destekleriyle; 6 Kasım’da Diyarbakır Ortadoğu Fuarı’nda, 13 Kasım İstanbul CNR Natural Stone Fuarı’nda ve ondan sadece birkaç hafta sonra Şam’daki Marble Fuarı’nda ve İzmir Naturel Stone Fuarı’nda görücüye çıkardım. Artık Mardin taşı, fuarların gözbebeği haline gelmişti. Şam Fuarı’nda bu taşla gördüğüm ilgiyle; önce yakın bölgem ve Ortadoğu da, ardından da tüm Dünyada büyük bir potansiyelin beni beklediğini hissettim. Bu ilgi taşı isteklere göre işlemeye ve pazara sunmaya hızla beni itiyordu. Trend Dünya da natürel malzeme kullanımın artması yönünde idi. Bu da başka bir rüzgârımdı. Ocakta biriken taşların bazılarını siparişlerim doğrultusunda Diyarbakır da fason kestirerek pazarlamaya başladım. Şu an Türkiye’den ve Dünyadan mimarlar, yatırımcılar ve pazarlamacılar sürekli beni arayarak ilgilerini göstermekte; projelerini bu taşı kullanacak şekilde oluşturmaktadırlar.

Hayallerim gerçek oluyor!
Fabrika hayallerim başlamıştı. Tası Mardin de kesip işlemeliydim. Onu da yaptım. Fabrikada kurdum. Artık taş Mardin de kesiliyordu. Öncelik, taşın yapıda kullanacak ustaların eğitimi diye düşündüm. Mardin’in tarihi taş evlerinin en önemli özelliği olan, taş oymacılığı sanatını icra eden sadece 2-3 ustanın kaldığı ve onların da epey yaşlanmış oldukları gerçeği ile karşılaştım. Bunun üzerine Mardin Taş İşlemeciliği Derneği’ni kurdum. Mardin’e taş işi, bu ustalara yatırım yapmak, yenilerine yol açmak, onları eğitmek ve bu sanatın devamını sağlamak demekti. Bunun için atölyelerin kurulmasının önemini vurgulamak istiyorum. Birçok konuda yanımızda yer alan Mülki İdaremizin de ilgi ve desteğiyle atölyeler kurulması ve yeni nesil sanatçıların, bu geleneksel sanatı icra etmelerinin devamını sağlamak içinde uğraşıyorum.
Ben mi Mardin mi?
Herkes: “Bu taş ocağına kendi adını vermelisin” dedi. Ben ise bu ismi Mardin’in hak ettiğini söyleyip, adını MARDİN TAŞ koyarak; ismi tescil ettirdim. Zira Mardin, geçmişinden ve toprağından bizlere sunduğu gelecekle, bunu hak ediyor diye düşündüm. Bu işe girdiğimde: ‘Eğer batarsam bunun cezasını tek başıma çekeceğim ama çıkarsam hem ben, hem tüm Mardin kazanır’ dedim. MARDİN TAŞ sayesinde, Mardin’in geçmişini geleceğine taşıyacak bir yol açtığımı ümit ediyorum.

“Gold Mardin Taşı” sanattır!
Madencilik sektörünü Mardin’e yeniden kazandırmak, bu sektörü büyütmek arzusundayım. Mardin’in en büyük sermayelerinden biri olan bu taş işleme kolaylığı, sağlamlık, dayanıklılık ve yalıtım özelliklerinden dolayı eşsiz bir özelliğe sahiptir. Mardin Taşı sahip olduğu bu özelliği ve güzelliği sayesinde; binaların temel bileşenlerinden olan kapılar, pencereler, küçük sütunlar, kemerler ve diğer bileşenlerde, zengin ve çeşitli motiflerle kolayca uygulanmaktadır.
Garantide olmak güzel!
Garanti Bankası’ndan aldığım, ‘Bölgesinde Fark Yaratan Girişimci Kadın Ödülü’ yaptığım işe olan inancımı bir kez daha perçinledi. Zira cesaretle çıktığım bu yolda, yaptıklarım farkına varılması ve buna “fark yaratan kadın” şeklinde bir taçlandırma yapılması ne kadar garantide bir yolda yürüdüğümün de açık göstergesidir diye düşünüyorum. Garanti Bankası’na ikinci can suyu olduğu için teşekkür ederken; ‘kadın isterse her şey olur!’ mesajını da tekrarlamak isterim.
Neler yaptık!
Mardin Valiliği, sabacı müzesi, Van-Gevaş’ta Cami, Hakkari Yüksekova’da Cami, Tekirdağ Çerkezköy Belediyesine ve İstanbul Bağcılar Belediyesine Saat kulesi, beş yıldızlı Erdoba Elegas otel, yürütmüş olduğumuz projelerimizdir.

Şimdi…
Anadolu’nun medeniyet haritasında, medeniyetimize ışık tutan bu girişim; sadece bir madeni, ticari olarak olduğu yerden çıkarmak değildir. Bunu fark eden bir müşteri profiline ulaşma hedefimizi en kısa zamanda arttırarak sürdüreceğimizden eminim. Taşım ve ben, devasa hayatın içerisinde, kendimize daha özel ve daha anlamlı bir yer aramaya devam edeceğiz: Dünya, ülkemizin her alandaki yükselişini izlerken; bizlerde bu yükseliş içerisinde, hak ettiğimiz yerde olma çabamızı ve inancımızı hiçbir zaman kaybetmeden; geleceğe, kültürümüzün izini taşımaya söz veriyoruz!
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...