Monet’in Evi ve Muhteşem Bahçesi;

Empresyonizme; emprosyonist ressamlara, eserlere hayranlığım resim sanatına tutkum ile aynı anda başladı. 0nbeş onaltı yaşlarımdan itibaren evim, kütüphanem, bu grubun ressamlarının hayat hikayeleri ve eserlerinin yer aldığı kitaplarla doldu.Monet’de bu grubun en sevdiğim ressamlarından oldu. Her zaman sergilerinin takipçisi oldum. Bu sene de, dillere destan evine gitme görme şansım oldu.Güney Fransa ve Paris seyahatine çıkma kararı aldıktan sonra programıma mutlaka Monet’in evini de koymak istedim.

DSCF7201 copy

 

Sonra araştırınca Nevval Sevindi’nin   yazısı ile,daha da büyük arzu duydum ve   nasıl gidilir bilgisine de sahip olunca işim çok daha kolay oldu.En önemlisi de seyahat arkadaşlarım sevgili Raffi, Arlet ve kocaman aşkım da beni yanlız bırakmadılar.Bu harika günü önce Neval Sevindik’in yazısı ile sizlerle paylaşıyorum.Sonra da  bu muhteşem evi ve bahçeyi gördükten sonra okuduğum ve  anlattığı detaylarla beni şaşırtan Tülay Yıldız’ın Azgezmiş deki yazısı ile devam edeceğim.  İki yazıda da çok güzel anlatımlar var, beni çok etkilediler, sizlerin de beğeneceğinizi düşünüyorum. Aralarına da kendi çektiğim fotoğrafları koymayı da ihmal etmedim. Siz de resim sanatını ve empresyonizmi seviyorsanız, giderseniz çok mutlu olacağınızdan eminim; sevgiler, sevgiler…

DSCF7158 copy

 

Monet’nin Giverny’deki evini gezmek tablolarda yürüyüşe çıkmak gibiydi

Nevval SEVİNDİ
Monet’nin Giverny’deki evini gezmek tablolarda yür

Fransız ressam Claude Monet, 50 yaşında, ününün doruğunda Paris’e 80 kilometre uzaklıktaki Giverny’de bir kır evi inşa ettirdi. Sekiz dönümlük bahçesini yapay göl ve çiçeklerle cennete dönüştürdü. 36 yıl boyunca pek çok tablosunu burada yaptı. Ölümünden sonra Fransız Akademisi’ne bağışlanan ev 1980’den bu yana ziyarete açık. Yıl boyunca resim ve doğa meraklılarının akınına uğruyor.

DSCF7188

Paris’te, dini bir tatilden dolayı uzun bir hafta sonuna denk geldim ve boşalmış kent yerine empresyonist Monet’nin bahçesini seyretmeye karar verdim.
İnternetten tren biletinizi satın alabilirsiniz. Vernon’a bilet aldıktan sonra Saint Lazare Garı’na gidiyorsunuz ve peronda kalabalık turist gruplarıyla karşılaşıyorsunuz. Bir kahve almaya ayrılıp geri döndüğümde tren dolmuştu. Neyse ki bir yer bulup oturdum. Sonra gelen turistlerin ayakta bir saat gideceğini bilerek binmesi ilginçti.

OTOBÜS, TREN DOLUSU TURİST

İlk durak Montes La Jolie. Kent merkezi dışındaki semtlerin de imar denetimi altında olduğunu, 30 katlı bina yapılmadığını ve biri uzun diğeri kısa yapıların yan yana dizilmediğini seyrederek gidiyorsunuz. Abuk sabuk renklerde boyanmış veya hiç boyasız bina görmeniz zaten imkansız. Türkiye’de denetimci devlet düşman olarak görülür.Fransa’nın her yerinde devlet ve Fransız kimliği var. Bahçe içindeki evlerde, 4-5 katlı apartmanlarda kimse “özgür” mimar ya da yapsatçı olamıyor. Bu güneşli ülkede çatılar güneş panelleri, iğrenç depolar ve ıvır zıvırla görsel kirliliğe maruz kalmamış.
O nedenle Fransa toplam nüfusundan daha fazla turist alıyor her yıl.
Bunları düşünürken Vernon’a geldiğimiz anons edildi. Buradan otobüslerle Giverny’e gidiliyor. Gidiş-dönüş 6.50 Euro. Otobüsler ağzına kadar dolu, kuyruk kıyamet. Üç otobüs doldu taştı ve ayakta birçok yaşlı Amerikalı ile yola çıktık. 20 dakika sürecek bu yolculuk yeşil tarlalar, ağaçlıklar ve çiçekler arasından küçük bir köye geliyor.

YEŞİL PANJURLAR, NİLÜFERLER

Claude Monet’nin müze evinin önünde uzun bir kuyruk var. Yaklaşık bir saat beklemeden içeri giremiyorsunuz. Yeşil panjurlu evin kapısında dünyanın her yerinden insan bekliyor. Elle yapılmış dondurma satıyor bir genç kız, yanda sandviç satan yer hemen müşterilerle doluyor. Beklerken yemekle eğleniyor millet. En güzel görüntü çocuklar: Fransız kültürünün önemli bir ismi olan Monet’yi öğretmek için ana okulları 4-5 yaşındaki bebeleri getirmiş. Ellerinde Monet’nin resmi, önce cismen tanıyıp zihinlerine nakş ediliyor. Bizde 15 yaşındakileri bile çocuk gören ebeveynleri düşününce bu yavruları gezdiren öğretmenlere imrenerek baktım. Fransız kültürünü ve dilini hakkıyla öğretmeye eğitim sistemi diyorlar burada.

DSCF7163Ev ve bahçeden çok etkilendim, ama Nevval Sevindi’nin  anlattığı gibi yuva çocuklarını da çokça görmek de o kadar çok etkiledi, hemen fotoğrafladım.
İlkokul çocukları da kuyruklar halinde geçiyor yanımızdan. Paris’in tüm müze ve kültür mekanlarında çocuklar eğitimde. Neden bir Fransız diliyle, kültürüyle övünür; sanırım anlaşılıyor.indir (1)Yeşil kapıdan bilet almaya yaklaşınca evin girişinde kocaman bir Monet fotoğrafı “hoş geldin” der gibi. Dalgın bakışlarıyla şunu diyor bize yıllar öncesinden: “Hayatımdan ressamlığımı ve bahçeciliğimi çıkarırsanız hiçbir işe yaramam.”
Resimlerindeki olağanüstü çiçekler, nilüferler ve kadınlar bu yeşil evin bahçesinde yaşıyor. Monet biraz sonra gelecekmiş gibi… Göz alıcı renklerle, kokularla dolu bahçe birden önünüze sere serpe düşüveriyor. Sağda yemyeşil boyalı panjurlu evin sempatik varlığıyla her şey bir resme dönüşüyor aniden. İçerideki turistleri kafanızda ayıklayınca bir Monet tablosunda dolaşıyorsunuz.

ÇOCUKLAR USTAYLA TANIŞIYOR

Evin içinde hasır koltuk takımlarıyla sade ve rahat bir atmosfer var. Yazı masası, sehpalar, oymalı bir sandık, kitapların durduğu masa ve yanıbaşımda yine çocuklar. Öğretmenleri Monet’nin hayatını anlatıyor kısık bir sesle. Bağırış, çağırış yok.
Yatak odasında karısı ve çocuklarıyla fotoğrafları, pencereden şahane bir bahçe manzarası görünüyor. Yatağın başucunda karısı öldükten sonra evlendiği Madam Hoschede. Madamın ilk eşi, Monet’nin hamisi Ernest Hoschede varlıklı bir tüccarmış, lüks ürünler pazarlıyormuş. Modern sanata meraklıymış. Günlüğüne şunu yazmış: ”Oğlumu bugüne kadar mağazada bir hafta sürekli gören olmadı hiç, zaten her gününü bence Louvre‘da geçirmeli.”
Monet, 1876’da Ernest and Alice Hoschede çiftiyle tanıştı. Koleksiyoner Ernest Hoschedé, evi için dekoratif paneller sipariş etmişti. 1877’de iflas etmesi, empresyonist sanatçılara, özellikle de Monet’ye büyük bir darbe oldu. Hasta eşi Camille ve çocuklarını alıp, yazı geçirmek için Hoschede çiftinin evine yerleşti. Fakat misafirlik uzun sürdü. Ernest çoğunlukla Paris’teydi, sonra Belçika’ya kaçtı.

DUVARDAKİ JAPON RESSAMLAR

Claude ve Camille’in ikinci çocukları doğmuştu. İyice zayıf düşen Madame Monet tüberkülozdan öldü. Monet, onu ölüm yatağında resmetti. Camille’in ölümünden sonra Monet, Alice ile yaşamaya devam eder. Alice, kendi altı çocuğuyla birlikte Monet’nin çocukları Jean ve Michael’e bakar. Ernest ölür, 1892’de Monet’le evlenir.
Camille’in ölümünden sonra yas içindeki Monet, bir daha asla yoksulluk batağına düşmeme kararını verir ve en güzel eserlerini yaratmak üzere çaba harcamaya başlar.
Alice, ve Claude Monet çocuklarla beraber 1883’te Vernon’a ve sonrasında Giverny’e yerleşir.

2076986859_735e7ee651_b
Hayatlar akmakta bu sakin duvarların ardında…
Bütün duvarlar resimlerle süslü, sadece Monet tabloları değil. Onu ilk tanıyanlar için ilgi çekici derecede çok sayıda Japon resmi asılı duvarlarda. Hokusai (1760-1849), Sadahide (1807-1873), Utamaro (1753-1806) ve Kunisada’nın yaptığı çıplak, yıkanan Japon kadınlar… Hepsi olağanüstü. Monet’yi etkileyen Doğu’nun bu çarpıcı desen ve duyuşu.
Küçük bir dikiş odasından geçip merdivenleri iniyorum. Sapsarı bir yemek odası. Kocaman ve ferah. Duvarlarda resimler kıymetli tablolarla Japon resimleri kucaklaşmış gibi.
Yoshiku’nun hamamda yıkanan kadınları seyrediyor bizi. Çapkın bir gülüşle.
Mutfak mavi çinilerle süslü, masmavi bir bulut gibi renklendirilmiş. Kuzina bütün haşmetiyle sağda kapının yanında. Sanki anneannem gülümsüyor bana. Sarılsam mı acaba şu kuzinaya?
Ama ocakta ateş yok.
Şahane bahçede neler yok ki… Yapay gölün üstünde Japon köprüleri ve üzerinden sarkan beyaz ve mor salkımlar… Salkımlar… Rüya gibi.
Gölün üzerinde nilüferler… Ona saçlarını eğmiş salkım söğütler…
Monet’in favorisi olan süsenler, mor irisler, Japon irisleri ve zambaklar…
Kırmızı lalelere bakarken düşünüyorum Türkiye’de kimse ağaç, çiçek adı bilmez bu çocuklara çiçekleri öğretiyorlar.

SEVDİĞİ ÇİÇEKLERİN TOHUMLARI SATILIYOR

Monet kocaman bir endüstri artık. Sevdiği çiçeklerin tohumlarını, resimlerinden yapılmış kağıtlarla ambalajlayıp satıyorlar. Buralara ne güzel AVM yapılır abi, demeden yığınla para kazanıyorlar.
Ünlü tablosu “Giverny’de Bahçe” önümde aslı uzanırken daha bir anlamlı. Ya da “Suda Nilüferler” tablosu ışık oyunlarına boğulmuş yanımda dururken fotoğraf çekmek az geliyor. Bu hissi duymak harika!
İyi ki buradayım demek. Küçük Giverny köyü bahçeler içinde kafeleri, restoranları makul fiyatlarıyla yorgunluğunuzu alıyor.
Sonra empresyonistler müzesini gezip, Monet’nin mezarına gidebilirsiniz. Sade bir mermer Claude Monet’nin mezarı.
Rahat uyu mirasına iyi bakıyorlar.

BABASI BAKKAL OLMASINI İSTEMİŞTİ

Fransız izlenimci ressam Claude Monet (14 Kasım 1840 – 5 Aralık 1926), Oscar-Claude Monet veya Claude Oscar Monet olarak da bilinir. İzlenimcilik terimi, Monet’nin “İzlenim: Gün Doğumu” adlı resminden geliyor. İzlenimcilik, modern resim sanatındaki ilk büyük devrimci hareket. Monet, resimlerinde fırça darbeleriyle oluşturduğu değişik renklerde noktalarla istediği izlenimi uyandıracak renk ve ışık etkisini yaratmayı başardı.
Babası bakkaldı, oğlunun aile mesleğini seçmesini istiyordu. Annesi şarkıcı olan Claude, sanatı tercih etti. Le Havre’da ortaokula başladı. Önceleri 10–12 franga sattığı karakalem karikatürleriyle çevresinde tanındı. Manet, Degas, Renoir, Cezanne, Pissaro, Sisley gibi ünlü ressamlarla çağdaş ve dosttu.
Dramatik yaşamında iki eşinin ve oğlunun ölümünü gördü. 86 yaşında öldü.

Tülay Yıldız, Monet’in evinin detaylarını o kadar  güzel anlatmış ki ben de okuduktan sonra gördüklerimi tekrar hatırladım ve daha iyi değerlendirdim. İyi ki paylaşmış…

“Claude Monet’nin 43 yaşında Paris’ten ayrılıp Giverny’ye taşınma sebebi, 16 yaşında başladığı resim serüvenine yeni renkler katmak. 86 yaşında ölen Claude Monet’nin yaşamının tam ortasında yerleştiği Giverny, her insanın ömrünü uzatacak güzellikte ve düzende bir köy.

 

Sadece Monet’nin dillere destan bahçesi ve evi değil, köydeki tüm bahçeler ve evler inanılmaz güzellikte, her yer çiçeklerle bezeli. Tüm binalar sanki çevrelerindeki çiçeklerle yarış edercesine rengarenk boyalı. Bir sokağı döndüğünüzde karşınıza çıkan taş yapının pencere pervazlarının cam göbeği maviye, kapılarının koyu bir turuncuya, bahçe parmaklıklarının gül kurusu rengine boyalı olduğunu görüyorsunuz. Bahçedeki çeşit çeşit çiçekte de bu renklerin olması büyüleyici bir renk cümbüşü oluşturuyor.

Köyde ev sayısı kadar resim atölyesi var. Aslında, köyü gezerken “Böyle bir yerde yaşayıpta ressam olmamak imkansız” diye düşünüyor insan. Sokak kahveleri, küçük lokantalar, hep bu çok renk ve çok çiçek stilinde düzenlenmiş. Çevrenin güzelliği insanlara da yansımış olacak ki, akşam arabası ile işinden dönüp evine girerken gördüğünüz insanların yüzündeki mutluluk ışığı uzaktan bile seziliyor. 1840 yılında Paris’te doğan, 16 yaşında ilk sergisini açan, tuvale ışığı en iyi yansıtan ressam olarak ünlü Claude Monet işte böyle bir köyde yaşamının 43 yılını geçirmiş şanslı bir insan. Giverny ona zenginlik, mutluluk ve şöhret de getirmiş.

Sanatçının dönümlerce çiçek bahçesinin ortasında yer alan 10 odalı evi, köyün en büyük ve en güzel evi. Evi gezerken orada yaşayan insanın renk ve resim tutkusunu sezmemek mümkün değil. Tüm odalar birbirinden farklı dekore edilmiş ama duvarlardaki tablolarda ağırlık Uzakdoğu motifleri. Sanatçının ikinci kattaki yatak odasının neredeyse tüm duvarları camekan. Tamamen açılabilen bu pencerelerden bahçenin görüntüsünü kelimelerle anlatmak mümkün değil. Zemin kattaki atölyesi ise resme ilgi duyan herkesin yüreğini hoplatacak güzelikte. Yaklaşık 300 metrekare genişliğindeki atölye, tavanındaki dev bir pencereden aydınlanıyor.

Şimdi bu salon, sanatçının bir kısım orijinal eserlerinin sergilendiği ve hediyelik eşyalar, kitaplar ile afişlerin satıldığı alan olarak kullanılıyor. Tüm mobilyaları, duvarları hatta süs eşyaları bile sarı olan, pencerelerinden bahçenin tüm güzelliği seyredilebilen koskoca yemek odasında, yemek yemeye ve şarap içmeye düşkün olduğu yapısından da belli olan sanatçı, bir çok davet vermiş. Yemek odasının mutfağa açılan kapısından geçtiğinizde ise bambaşka bir alemle karşılaşıyorsunuz. Yine camlarından binbir çiçekle bezenmiş bahçe görünen, bu kez fayansları, zemin kaplaması, rafları masmavi bir mekan. “O koskoca yemek odasında ağırlanacak konuklara ancak bu büyük mutfakta hazırlanan yemekler yeterli olur” diye düşünüyor insan. Bu güzel evde mutlu, uzun bir yaşam süren Claude Monet, dünya sanat tarihinde önemli bir yer kaplayan empresyonizm akımının yaratıcısı.

Sanatçının 1874 yılında Paris’te açılan bir sergiye gönderdiği “İzlenim, Doğan Güneş” adlı tablosu “İzlenimcilik – Empresyonizm” akımının isim babası oldu. Tabloların ana temasını görüntüler yerine ressamın kendi duygularının oluşturduğu bu akımın sadece isim babası değil Claude Monet, aynı zamanda kalbi ve ruhu. 19. yüzyıl Paris’nde sanatçıların yaşamında çalışmaya değil eğlenmeye daha çok yer ayrılıyordu. Tüm sanatçılar bohem yaşantıyı tercih ederken, empresyonistler çalışmayı tercih ettiler. En çalışkanları da Monet idi. Aslında sanatçıların ilgi ve para görmediği bu dönemde çalışmak hem de çok çalışmak herkesin harcı değildi. Ünlü empresyonist Renoir tüm arkadaşlarının duygularını şu sözlerle dile getiriyor: “Sevgili Monet’miz olmasa, bize cesaret vermese, hepimiz vazgeçerdik.”

Kendi deyimi ile bir köle gibi çalışan Monet’nin günde 10-15 tuval tamamladığı oluyordu. Empresyonizmin bu en verimli ressamı ışığa olan tutkusu ile tek bir konuyu bile defalarca işliyor, ışığın en iyi yansıdığı görüntüyü vermeye çalışıyordu. Paris’te yaşadığı günlere bir çok tablosunu Seine nehri üzerinde bir tekne evde yapmıştı. Kentin köprülerinin sudaki yansımalarını suyun içinden en iyi biçimde izleyebileceğini düşündüğü için bu tekne eve yerleşmişti.

Sanat tarihinin en sistemli çalışması olarak bilinen “Katedraller” dizisi için iki yıl çalışan Monet, hayranı olduğu Rouen katedralinin günün çeşitli saatlerinde, farklı ışık yansımalarında, günde 15′e varan tablosunu yaparken, geceleri kabuslar gördüğünü, rengarenk katedrallerin üzerine yıkıldığını anlatıyordu dostlarına. Kendisini bu derece yoran çalışma sistemini, Giverny’deki evinin “Su Bahçesi”nde nilüferleri tuvale aktarırken de tekrarladı. Resim sanatına olan tutkusu ve büyük katkıları, uzun ve mutlu yaşantısı, ışığı tuvale aktarmadaki büyük yeteneği ile dünyada derin bir iz bırakan Claude Monet, resim yapmanın insanı hem çok mutlu hem de çok zengin edebileceğinin en etkileyici örneği.”

Sevdiğim, hayran olduğum yazarların, düşünürlerin, ressamların,sanatçıların  hayat hikayelerini okumak beni hep çok etkilemiştir. Monet’in hayatı da bunlardan biri, belki bir gün daha uzun uzun paylaşırım.

Beklediğim Sergi

fotograf (62)

Sergiye annemle beraber gittik. Zehra ile fotoğraflarını  çektim.

Zehra Derinoz‘un bu seneki CKM deki  suluboya sergisine son günlerinde yetişdim. İlk sergisini açtığından beri heyacanla takipçisiyim.

387391_10150495244957380_1860845218_n Yağlıboyalarını çok beğenirken üç senedir suluboyalarını da  çok beğeniyorum.  Tarzı tam benim beğenime hitap ediyor,yağlıboyada da , suluboyada da.

389979_10150495243072380_516554980_n Seçtiği konularda öyle.Empresyonist ressamları çok beğenmemin de etkileri var. Zehra ‘da empresyonistler gibi, nesneyi doğrudan tasvir etme yerine onda uyandırdığı duygularla resmediyor.

405770_10150495248537380_18628108_n
Dış dünyayı kendi içinde bıraktığı izlenim ile dile getiriyor.Resimlerinde  kendi  heyecan ve duygularını aktarıyor. Güzel olan da kendi  algılamaları  ve bunu anlatma yöntemi ile bizlere ulaşması. O yaparken, ve de bitirince keyif alıyor, ben de görünce seyretmekten, defalarca günlerce seyretmekten keyif alıyorum.

390863_10150495251977380_655039938_n Almanın da sonu yok diye konuştuk Zehra ile. Ev de çoğu tablolarım, arka arka dizilmiş yerde asılmadan duruyor. Ama asılanları da yenileriyle değiştirmek, onlarla keyif yapmak da çok güzel.

fotograf (61)

 Zehra bu sene suluboya İstanbul resimlerinin arasına Küba, Venedik, Amsterdam, Dalyan, Orta Anadolu da eklemiş.İstanbul resimlerinin arasından birden farklı bir yer çıkması, önce şaşırtıyor,heyacanlandırıyor.Ama daha da dikkat çekici oluyor.
Zehra’m bu güzel çalışmalarınla her seferinde yüreğim heyacanla çarpıyor,tablolarının bir ikisi değil, çoğunu alayım, arzusu duyuyorum.Seçmekte zorlanıyorum, yeni heyacanlarla evimde koltuğumun kanepemin karşısında keyif yapmak da  çok
güzel. Her zaman başarılı çalışmalarının devamı dileğimle, sevgiler sevgiler…

Prens’le CKM’de

Lise ve Üniversite  okul yıllığımda Meral’e en çok nerede rastlamak münkün sorusunun karşısında AKM, Sanat Galerileri, ve Fransız Kültür Merkezi yazıyor.O zaman Teşvikiye’de yaşıyordum, konserler,kitapçılar, sinemalar, tiyatrolar ve sergiler en önemli vazgeçilmezlerimdi. Yıllar, yıllar geçti, uzun zamandır Kadıköy yakasında yaşıyorum, AKM kapandı. Ben yine bol bol konser ve sergilere gitmeye devam ediyorum. Bu aralar en çok görüldüğüm yerlerden en önemlisi  ise, Caddebostan Kültür Merkezi . CKM’nin içinde sinemalar,bir çok sergi salonları, konser salonları,tiyatro söyleşi  salonları,kütüphane  ve de kitapçılar bir arada. 133_1289

Hepsi benim  vazgeçilmezlerim.Her pazar prensimle buluştuğumuz da da; zaman zaman, vaktimizin  bir kısmını CKM de geçiriyoruz.

133_1286Onun için seçtiğimiz tiyatroya, baleye konsere  gitmek için CKM ye gidiyoruz. Gösteri saatinden önce gelip sergileri dolaşıyoruz, kitapçıya uğruyoruz. Hepsinden beraberce çok keyif alıyoruz. .Gösterileri seyrettikten sonra sanatçıları tebrik edip bazen de fotoğraflar çektiriyoruz.

133_1273

Sergileri gezerken ikimiz de ayrı ayrı beğendiğimiz resimleri seçiyoruz.Yukarıda ki resim Aslan’ın Muzaffer Oruçoğlu’nun Antagonizma sergisinden en beğendiği;                                                       aşağıdakiler ise Şemsettin Başkurt’un “Bir Ustanın Anısına  sergisinden seçtikleri”133_1260Son derece sade ve  minimal olanları seçmiş.133_1268Bazen oturup ilgili DVD leri sanatçıların hayat hikayelerini izliyoruz.O henüz 3.5 yaşında ama paylaştığımız çok şey var.Lise yıllarımda sergileri dolaşırken genelde yalnız olurdum, benim bu merakımı benim kadar istekle paylaşan kimsem yoktu. Bazı sergilere defalarca gittiğim olurdu.26090313285841204 İlk sinemaya babam dört yaşlarımdayken  götürmüştü. Beyoğlu’nda Yeni Melek sinemasında Walt Disney’in Uyuyan Güzel‘ine gitmiştik. Sinema salonuna girdiğimizde film başlamıştı. Karanlıkta birden karşıma çıkan prensesin  o kocaman gözlerini hiç unutmadım. Babam tiyatroya da çok götürürdü. O zamanlar gezi adresimiz kışın genelde Beyoğlu idi.O günlerin Beyoğlu’su ile çok anım var. İlk konser hatıram ise yine babamın götürdüğü; ilkokulda küçücük bir kızken Johny Hallyday ve  Sylvie Vartan konseri oldu. Dünya Sineması’nda ki konserleri çok ses getirmişti. Sonra kızımla AKM de her cuma  Devlet Senfoni Orkestrası konserleri senelerce vazgeçilmezimiz, oldu. Seyahatlerimizde de hep konser ve sanat tarihi gezileri programımızın  başında yer aldı. Oğlumla  Michael Jackson konseri anım; kocaman aşkımın  beni AKM’ye Münir Özkul anma gecesine davet ederek ilgimi çekmesi, hepsi, hayatımda önemli anılar. Evet yıllıkta yazılanlar, hayatımda  aynı heyacan, ve etkisiyle  devam ediyor,bu sefer prensim de işin içinde. Babamın bu tercihlerim de  bana çok etkisi olmuştur diye düşünüyorum.Bakalım prensim de büyüyünce neler hatırlayacak.

Çerçeve Yok, İçindesin

Van GoghAlive, 10 Şubat-15 Mayıs tarihleri arasında İstanbul Karaköy Antrepo 3’te, 15 Ekim-30 Aralık tarihleri arasında da Ankara Cer Modern’de ziyarete açık olacak. Detaylar için: http://j.mp/yjwGDQhttp://www.

Resimle ilgilenmiyorsanız bile bu muhteşem sergiyi gezmemezlik etmeyin diyorum. Hatta her gezenin  tekrar görmek isteyeceğinden eminim. Müthiş bir görsel şölen, harika müzikler içinde geziyorsunuz, oturuyorsunuz, tekrar geziyorsunuz, aynı anda Van Gogh kendi duygularını dile getirdiği yazılarını, mektuplaını  dijital ortamda okuyorsunuz.            Siz resimlerin içine giriyorsunuz. Resimler, müzik, yazılar sizin etrafınızda dans ediyor.Müthiş duygulanıyorsunuz, hissediyorsunuz, Van Gogh’la yaşıyorsunuz, mutlaka hangi yaş olursa olsun çocuklarınızı da götürün.İster arabasında, ister göğsünüzde, onlar da müthiş, mutlu,şaşkınlıkla seyrediyorlar.Ben sizler için yukarıda tanıtım videosundan başka Mozart’ın 16.Piano Sonatı eşliğinde de bir video ekledim. Biraz bilgi de yazdım. Ama hiçbiri sizin yerinde gezerken hissedeceğiniz etkiyi yapmayacaktır.

Geleneksel sanat ve modern teknolojinin sentezlendiği Van Gogh Alive dijital sanat sergisi yüksek çözünürlüklü 40 projektörün oluşturduğu, dünyanın en heyacan verici tek multi-projeksiyon sistemiyle Van Gogh eserlerini dev boyutlarla gösteriyor.

Van Gogh Alive, dev ekranlar, duvarlar, kolonlar, zemin ve hatta tavanı kaplayan, nefes kesen Van Gogh eserlerinin 3.000’inin üzerinde, dev boyuttaki dijital görüntüsüyle,geleneksel müze ziyareti kalıplarının çok dışında, sıra dışı bir deneyim.

Ünlü ressamın kimi zaman çoşkulu, kimi zaman depresif iç dünyasına, ömrünün son 10 senesinde ortaya çıkardığı en ünlü resimlerinin, kristal netliğindeki heyecan verici görsellerle, eşi benzeri olmayan, çok etkileyici  bir yolculuk.

Kiraz Ağacı 1888

Abdi İbrahim’in  100’üncü yaşı şerefine ‘Van Gogh Alive Dijital Sergisi’ni Türkiye’ye getirip İstanbul’dan sonra,  Ankara’da da sanatseverlerle buluşturulacak olan sergiden elde edilecek gelir sosyal sorumluluk projelerine harcanacak.

1912 yılında Abdi İbrahim Barut tarafından kurulan şirketin başında şimdi üçüncü nesil temsilcileri Nezih Barut ve Nesrin Esirtgen var. İş hayatındaki çalışmalarının dışında sanat camiası içinde iki önemli isim olan Nezih Barut ve Nesrin Esirtgen. Yönetim Kurulu Başkanı Nezih  Barut, bine yakın resim koleksiyonu ile Türkiye’nin en iyi çağdaş sanat koleksiyonerleri arasında gösteriliyor. Sanat tutkusunu her fırsatta dile getiren Nezih Barut, şirketinin 100. yaşını da yine sanatsal bir aktiviteyle kutlamaya karar vermiş. İlk kez Singapur’da gösterilen Van Gogh Alive Dijital Sanat Sergisi’ni Türk sanatseverlerle buluşturmuş.

Ressamın 1880-1890 yılları arasındaki çalışmaları ve hayat deneyimlerinden oluşan coşkulu ve canlı detaylara sahip yapıtları, Sensory 4 teknolojisiyle donatılmış yüksek çözünürlüklü 40 projektör aracılığıyla dev ekranlara, duvarlara, kolonlara, zemine ve tavana yansıtılıyor. Her fırsatta çağdaş sanat tutkusunu dile getiren Barut, şirketinin 100. yaşını ‘ileri teknoloji’ye vurgu yaparak kutlamak istediği için dijital sergi getirmeye karar verdiğini söylüyor. “Kendi bakış açımızı anlatmak istedik ve bu yüzden ileri teknoloji kullandık” diyor. Tüm dünyada sanatseverlerin dijital sergilere ilgi duymaya başladığına değinen Barut, Singapur’da altı ayda bu sergiyi 300 bin kişinin ziyaret ettiği bilgisini de paylaşıyor. Sergiye giriş ücretli. Tam 15, indirimli bilet fiyatı ise 8 lira. 12 yaşa kadar çocuklara bilet alınmıyor.

Nezih Barut’un bu sergiden herhangi bir ticari beklentisi yok. Sanatsever işadamı kimliği ile tanınan Barut, neden digital sergi tercihini,  “Van Gogh’un  gerçek yapıtlarını görmek de önemli. Ama ben sanat, bilim ve teknolojiyi harmanlayan ve bu özelliği ile Abdi İbrahim’in 100 yıllık bakış açısını yansıtan bir sergiyi izleyiciyle buluşturmak istedim” diye anlatıyor.

Sanatçının doktoru Gachet’in  resmi  1890 ve en pahalı satılan resmi 82.5 Milyon $’a bir Japon işadamına  satılmış. 15 Mayıs 1990

Sergiyi gezerken muhteşem görüntüler ve müzik kadar, sanatçının, duygularını ruh halini sözlerle anlattığı, metinleri, de okumak çok etkiliyor. Ama olağanüstü ortamda yazılar kaçırılıyor, tam okumak zor oluyor. Aşağıda bu yazıların tüm metnini de sizlerle paylaştım,

Vincent Van Gogh’un Sözleri
•İnsan her zaman bizi neyin engellediğini, kısıtlandığını, neredeyse gömdüğünü söyleyemez; ama engelleri, kapıları ve duvarları hisseder.
•Acı çeken bir yaratık olarak benden daha büyük bir şey -tüm hayatım olan bir şey- yaratma gücü olmadan yapamam.
Okumaya devam et

CKM de Ocak ayı sergileri yeni yıl hediyesi gibi

CKM de çok özel birkaç sergi aynı anda sergileniyor. İki tanesini gezebildim, çok keyif aldım. Tekrar gezmek üzere zor ayrıldım.

Yapı Kredi Resim Koleksiyonu / Modern Dönem sergisinde, 1930’lardan günümüze birkaç kuşak bir araya getirilmiş. Ustaların eserlerini  bir arada bulmak bana harika geldi, hepsini çok özlemişim.

Cevat Dereli, Ali Avni Çelebi, Zeki Faik İzer, Maide Arel, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Abidin Dino, Ferruh Başağa, Şükriye Dikmen, Adnan Varınca, Leyla Gamsız Sarptürk, Mustafa Esirkuş, İbrahim Balaban, Nejad Melih Devrim, Neşet Günal, Adnan Turani, Turan Erol, Ömer Uluç, Özdemir Altan, Tülay Tura Börtecene, Devrim Erbil, Özer Kabaş, Mehmet Güleryüz, Oya Katoğlu, Neş’e Erdok, Zafer Gençaydın, Utku Varlık, Adem Genç, Umur Türker, Mustafa Altıntaş, Ekrem Kahraman, Selim Cebeci, Sali Turan, Fatma Tülin, Emin Çizenel, Can Göknil, Yavuz Tanyeli, Yusuf Taktak, İbrahim Çiftçioğlu, Aydın Ayan, Ertuğrul Ateş’in eserlerinden oluşan sergi 3-30 Ocak 2012 tarihleri arasında gezilebilir.

Bekir Çoşkun Hasan Rastgeldi projesi de çok etkileyici ve güzel, yazılar ayrı çekiyor, resimler ayrı, 

İki yaratıcı, duyarlı, yaşadığı coğrafyaya, insana ve doğaya sahip çıkan isim, kalem ve fırçanın birlikteliğiyle oluşturdukları yeni evreni, izleyenlerle paylaşıyor.

Bu kez ilhamını yazılardan aldığını söyleyen Hasan Rastgeldi, Bekir Coşkun’un kaleme aldığı 22 ayrı temayı resimlediğini belirtiyor. “Bekir ve ben, iki kuzen, birimiz yazdık birimiz çizdik, Yazının Rengi’ni yarattık” diyen Rastgeldi, resmin yazının, yazının da resmin etkisini güçlendirdiğini ifade ediyor.

Akrabalık bağlarını sağlam bir dostluğa dönüştüren iki ismin imzasını taşıyan sergide, kelime ve renklerin birlikteliğiyle hem eski bir arkadaşlığın hem de güncel toplumsal gelişmelerin etkileyici bir öyküsü anlatılıyor.

CKM de hem sevdiklerinizle buluşup hasret giderebilir, hem sergiyi gezebilirsiniz, ben öyle yaptım.Bana uzun süre yetecek keyif depoladım. Çayımı içerken sevdiklerimle sohbet ederken Salih Acar’ın Leylekleri karşımdaydı. Otoparkdan salona girerken Bekir Çoşkun Hasan Rastgele Sergisi beni karşıladı.Her köşeden, kattan ayrı zevk aldım, ve zaman yetmedi.