Uzun süreli California da kalma programımızın içine bir kaç farklı eyalete gitmeyi de eklemiştik. Bunlardan biri de Luisiana Eyaletinde New Orleans’dı. Yine aylar öncesinden programımızı yaptık…Biletlerimizi aldık, otelimizi seçtik ve Ocak aynın ikinci haftası arkadaşlarımız sevgili İnsel’ler ile New Orleans’a gittik. New Orleans anlatılanlar gibi çok canlı, çok renkli, çok sesli bir şehir.Bütün yaşadıklarına rağmen çok güzel bir şehir…. Biz çok sevdik, zor ayrıldık… Çok güzel vakit geçirdik, çok güzel gezdik, eğlendik, çok farklı lezzetler tattık.
Bol ol fotoğraf çektik. Günün her saati her yerde çok farklı müzikler dinledik, enerjimiz hep iyi ve yüksekti… Hava da çok güzeldi, yani tümüyle çok iyi unutulmaz bir seyahat oldu. Los Angeles’dan sabah uçağı ile gitmemize rağmen oraya ulaştığımızda saat farkı da var… akşam üstü oluyordu. Otelimiz hemen French Quarter da idi. Günün ve gecenin her saati çok canlı yaşayan mahalle ve sokaklardaydık…Otele iner inmez hava kararmadan Canal Street’den Misissipi kenarına yürüdük… İlk durağımız Cafe Du Monde de Fransız tarzı Latte lerimizi içtik ve yanında Beignet (benye)lerimizi yedik…
Sonra French Quarter’ı adım adım, dolaşarak otelimize döndük, otel çok merkezi konumda çevresi gibi, çok renkli bir bina idi…Köşesinde çok hoş bir Starbucks Coffe vardı. Önünden New Orleans’ın simgesi güzel tranvaylar geçiyordu. Ünlü Bourbon Street’in de parelelindeki cadde de idi. Akşam yemeği için olmazsa olmazımız Bourbon Street de olmaktı. Binaların tipik mimarisi, hem sokakta, hem klüp ve barlarda çalan müzikler, hepimizi çoşkulu havaya sokmuş, yerinde duramaz yapmıştı. İşte New Orleans’ın büyüsü buydu…Hangi restoranı seçerseniz, seçin yemekler hep tatmak istediğimiz New Orleans mutfağı seçimleriydi. İlk gece tercihimiz, Pier 424 Sea Food Market’in restoranı oldu…Tabii yediklerimiz de deniz mahsulleri çeşitleri oldu..Crawfish ve Etouffee de siparişlerimizin içindeydi, çok beğendik…Sonra sokaklara dalmak, ya da kaybolmak çok eğlenceli idi. Enerjimiz bitene kadar, otele dönmek istemedik. Ertesi sabah da güneşli New Orleans sokaklarına çıkıp, salına salına geçen tranvayları da görünce, New Orleans’ı tranvayla dolaşmaya karar verdik, sağdan sola, soldan sağa, aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı bütün şehri, farklı güzellikleri ile gezdik…
İstediğimiz yerde indik,bir şeyler yedik, bir şeyler içtik… gezdik, harika şehir gezisi, şehir turu oldu.Garden District, Mid City ve Uptown daki evlere bayıldık. Tabii bunları yapmadan önce de nerelere gitmek istediğimizi, nereleri görmek istediğimizi biliyorduk.Sonra yine akşam, French Quater’a dalıp çok farklı, tarihi bir mekan olan Napoleon House‘da Muffuletta ve yine New Orleans’a özgü yiyecekler ve içkilerle yemeğimizi yiyip, caz dünyasına daldık.
Üçüncü gün yağmurlu idi, sokaklarda dolaşma şansımız olmadı, Misissipi nehri kenarındaki “Riverside Mall’ da vakit geçirdik, ertesi gün yine çevrede dolaşarak, doyamadan veda edip döndük.Bu çok güzel seyahate çıkmadan yaptığım araştırmalardan bize çok iyi rehberlik yapan, hem şehri hem tarihini, kültürünü, hem de Mardi Gras’ı anlatan, City Shot’dan sevgili Zeynep’in yazısını da sizlerle paylaşmak istedim… sevgiler, sevgiler…http://www.city-shot.com/new-orleans-hic-susmaz/
“New Orleans Hiç Susmaz”
New Orleans. Jazz`in şehir hali. Dünyanın en sempatik, en karakterli şehirlerinden biri.
Takma adı “Bis Easy” veya NOLA (New Orleans, Lousiana) olan bu şehir yılda 10 milyondan fazla turist ağırlıyor. Sizde Amerika`ya gelmeyi planlıyorsanız, bilin ki New Orleans hiç bir eğlence fırsatını boş geçmez. Super Bowl, Halloween, Christmas, Mardi Gras… Aklınıza hangi gün gelirse gelsin, bilin ki o gün New Orleans`da şenlik vardır.
Şıp Şak Tarihi
New Orleans, yine güneşli bir günde Mayıs 1718`de Fransa`nin Orleans dükü Philippe d`Orelans`a ithafen “La Nouvelle-Orleans” adıyla kurulmus. O zamanki Louisiana bölgesinin (şimdiki Alabama ve Mississipi ve Louisiana eyaletlerinin tamamı) başkenti olmuş. Kuruluşundan 45 sene sonra, yani 1763`de, tarihinde hiç bir savaş kazanmamış Fransızlar zavallı New Orleans`i İspanyollara kaptırmış. Tabii New Orleans, o dönemlerin kıymetli şehirlerinden, Fransızlar`ın içinde kalmış olmalı ki ne yapıp edip 1801`de tekrar ele geçirmişler. Ancak bu seferde paragöz Napoleon “para, para, para” demiş, gidip New Orleans`i 1803`de Amerikalılar`a satmış. New Orleans`ın çilesi yine de bitmemiş, kendini Amerika iç savaşının ortasında bulmuş. 1861-1865 Amerikan iç savaşında Güneyliler New Orleans`i Kuzeylilere kaybetmiş. Güneyliler yasa, Kuzeyliler sevince boğulurken New Orleans caz söylemiş.
Vefasız Napoleon`a rağmen hala daha New Orleans`a Fransız kültürü hakim. Bölgeye Fransızlar sadece Fransız kolonilerinden gelmemiş, bir kısmını da 1755`de İngilizler tarafından zorla sürülen Kanada`lı Fransızlar oluşturuyor. Hatta Kanada`nın L`Acadie bölgesinden (şimdiki adıyla Nova Scotia) geldikleri için onlara Acadian deniliyor, bu isim zamanla Cajun`a dönüşüyor. Ve şimdiki New Orleans Cajun kültürünün temellini oluşturuyor.
Bu arada eyaletin şimdiki başkenti New Orleans değil küçük bir kent olan: Baton Rouge`dur.
Nereleri Gezsem Tozsam?
İçinden Kızılderili dilinde “Büyük Su” anlamına gelen ve ABD’nin en uzun, dünyanın dördüncü en uzun nehri olan Mississipi geçiyor. Dolayısıyla Mississipi nehri kenarından biraz yürüyebilirsiniz. Jeff Buckley`nin bu nehirde boğularak öldüğünü anıp, belki bir de Jeff Buckley şarkısı söylersiniz.
Şehrin en önemli caddelerinden biri Canal Street. Yeni New Orleans (iş merkezleri) Canal Street’in bir tarafında, eski New Orleans (turistik yerler, French Quarter) caddenin diğer tarafında konumlanmış. Canal Street`in ilginç de bir hikâyesi var. Zamanında kentin içinden geçen Mississipi ile kentin kenarında kurulduğu Pontchartrain Gölü’nü birleştirmek istemişler, ancak kanalı bitiremeyince caddeye dönüştürmüşler. Sık sık su baskınları yaşanan bir kente, içi su dolu olabilecek bir caddede yürümek manidar.
French Quarter’in en gözde, en kalabalik, en renkli, en gösterişli sokağı ise Bourbon Street. 4-5 kilometre uzunluğundaki bu caddede ne ararsanız var; barlar, striptiz kulüpler, yetişkinler için şovlar, canlı müzik, cansız müzik, hediyelik eşya dükkânları, sokak dansçıları, sarhoşlar, ayıklar… Fritzel’s ve Sing&Sing bu sokak üstünde caz ve blues dinleyebileceğiniz yerler. Bourbon Street`de gezerken sadece Bourbon Street`deki 5 barın satma hakkı olan “Hand Grenade®” içmeyi de ihmal etmeyin.
Bourbon Street genellikle turistlere hitap eden bir cadde, daha lokal takılmak isterseniz, yine canlı muziğin ve dans gösterilerinin olduğu Frenchmen St.`e gidebilirsiniz. Biz gitmedik ama “Spotted cat” tavsiye edilen mekanlar arasinda.
French Quarter`da bir başka yapılması gereken şey ise French Market`a uğramak. French Market 19.yy başında, Mississipi nehri aracılığıyla şehre gelen gemilerden çıkan mallarının satışı için kurulmuş bir pazar. Şimdiki haliyle, daha çok hediyelik eşya alınacak, turistik giysi ve eşyaların satıldığı bir yer haline dönüşmüş.
Yine 19.yy dan kalan başka bir yer ise Jackson Square. Place d’ Armes adıyla kurulan meydan iç savaş sırasında Andrew Jackson adına bir General`in ismi ile değiştirilmiş. Bu meydanda sürekli sokak müzisyenleri, ressamlar, falcılar oluyor. Ayrıca meydanın güneyindeki Decatur St. üzerinden faytonlara binerek küçük bir şehir turu da yapabilirsiniz.
French Quarter`daki ara sokakları da gezmenizi mutlaka tavsiye ederim. Çok güzel antika eşyalar satan dükkanlar var. Fiyatlar biraz yüksek ama imkansız değil.
Eğer AVM gezmek isterseniz de, French Quarter yakınlarında Riverside Mall`a uğrayabilirsiniz. Riverside Mall`da da yine turistik dükkanları bulabilirsiniz.
Benim en çok beğendiğim yerlerden bir diğeri ise Garden District bölgesi. Burası New Orleans`lı zenginlerin yaşadığı bir bölge. Koskocaman bahçeler içerisinde, en az iki katlı, sütunlu, ferforje süslemeli, “para bendee” diye bağıran evler yolları süslüyor.
New Orleans mezarlıkları da şehrin mutlaka görülmesi gerekenleri arasında. Şehir su seviyesinin altında olduğundan ve çok sık su baskınına maruz kaldığından, ölülerini toprağın altına değil toprağın üstüne yüksek mezarlıkların içine defnediyorlar. Ne kadar zenginseniz mezarlığınız da o kadar ihtişamlı oluyor çünkü genellikle mermer veya granitten yapılan bu mezarlar çok pahalı. Yoksullar için ise apartman gibi çok katlı mezarlıklar yapmışlar.
Büyücülere meraklıysanız kesinlikle Marie Laveau`nin mezarını de ziyaret etmelisiniz. Marie en meşhur voodoo kraliçelerinden biri. 1700`lerin sonunda doğduğu düşünülüyor. Büyük güçleri olan Zombi adında (Zombi Afrikali bir Tanrı ismi) bir yılanı varmış, törenlerde bu yılanı vücuduna sarıp dans edermiş. Voodoo bebek alabileceğiniz bir sürü de dükkan var ama bizim gördüklerimiz çok uyduruktu.
Geldiğiniz mevsime göre değişir ama hava güzelse kesinlikle bir swamp tour’a katılın, bataklık gezin, iki üç timsah, dört beş yırtıcı kuş görün.
What a wonderful day =)
Caz`ın başkenti. Hava alanının adını da Louis Amstrong koymuşlar. Hiç susmayan bir şehir New Orleans, her köşede farklı bir müzik tınıyor.
Caz`in tarihinden de kisaca bahsedeyim. Tahmin edeceğiniz gibi kökeni Afrika’dır. Doğduğu yer ise New Orleans`daki Kongo Meydani olarak kabul edilir.
18. yy ortalarında, hem Mississipi nehrinden kaynaklanan ticaret yoğunluğu, hem de tütün ve pamuk yetiştirmek için vasıfsız işçi ihtiyacından dolayı New Orleans köle ticaretinde zirvedeymiş. Köleler Pazar günleri kendi aralarında toplanıp, davullu, danslı eğlenceler düzenleyip şarkılar söyleyerek acılarını dindirmeye çalışırlarmış. Kölelerin çoğu Bati Afrikalı yani Kongolu olduğundan, kölelerin toplandığı meydana Kongo Meydanı denmiş. O zamanların New Orleans`ındeki liberal Avrupalılar bu yeni, Afrika`nın pentatonik müzik kültürüne dayanan melodileri sevmiş ve onlardan gelen taleple bu müzik şekillenip, zenginleşerek caz doğmuş.
Caz dinlemek için Preservation Jazz Hall`a gidebilirsiniz.
Ayrıca, Tarih bölümünde bahsettiğim Cajun halkın müziği de bu bölgede oldukça yaygın. Genellikle Cajun Akordiyon, Cajun Keman ve Üçgen (çalgı) eşliğinde çalınan bu şarkılar çok eğlenceli. Biz şans eseri Bruce Daigrepont Cajun Band`i dinledik ve adam baya bir meşhur çıktı. Bruce`un grubunun söylediği ve Cajun`ların hikayesini anlatan bir video buldum, onu da sizinle paylaşıyorum.
Aç ayı oynamaz, Caz da yapmaz!
New Orleans`in kendine özgü, parmak ısırtan, tabak yalatan, çok çok lezzetli bir mutfağı var.
Zamanında köleler, ev sahiplerinden arta kalan yemekleri karıştırarak bu yemekleri uydurmuşlar. Dolayısıyla hepsi dünyanın en dandik ama bir o kadar da lezzetli yemekleri.
Gidince mutlaka yemeniz gerekenenler: Jambalaya, Po’Boy, Gumbo, Crawfish Etouffee,Muffulettas, Red Beans and Rice, Praline, Bananas Foster. Ayrıca Timsah eti veya kurbağa çorbası denemek isterseniz de New Orleans`da yiyebilirsiniz.
Yemek için meşhur yerler:
– Bourbon Street üzerinde Acme Oyster House. Kapısında her daim kuyruk olan, geçmişi 1900’lerin başına kadar giden bir yer.
– Court of Two Sisters Bourbon Street üzerindeki başka bir meşhur restoran.
– İtalyan şef Duke LoCicero’nun restoranı Cafe Giovanni
– Bourbone House Seafood Amerika’nın en iyi ilk 10 Deniz ürünleri restoranları sıralamasında ilk beşe girmiş bir istiridye bar
– New Orleans’a özel “beignet” tatlısıyla meşhur Cafe du Monde’a da mutlaka uğramalısınız. Beignet için şerbetsiz lokma tatlısı diyebiliriz, üzerine bol pudra şekeri serpiliyor ve kare formunda.
Rio Karnavalı da neymiş peeeh, bizim Mardi Gras`ımız var!
Eğer Mardi Gras zamanı New Orleans`a gidersem daha detaylı yazacağım. Şimdilik kısaca özetlemek gerekirse Mardi Gras, Rio Carnavalı`ndan sonra dünyanın en eğlenceli festivali olduğu söylenen, dünyaca meşhur bir festival. New Orleans’ın bu en büyük tatilinde her yer kapanıyormuş, tüm sokaklar insan seliyle dolup taşıyormuş. Bourbon Street üzerindeki evlerin balkonlarından aşağıya Mardi Gras boncukları atılıyor ve aşağıdan geçenler üstlerini açıyormuş. Kısacası mor, yeşil ve altın sarısı renklerdeki Mardi Gras boncukları kutlama boyunca “para” yerine geçiyor ve bu para karşılığından her tür çılgınlık satın alınabiliyormuş.
Mardi Gras`in Sözlük anlamı ‘Şişman (ya da ‘yağlı’) Salı’. Dolayısıyla Salı günleri kutlanıyor. Paskalya yortusuna bağlı olduğundan kesin bir tarihi yok, Şubat`ın sonu ya da Mart`ın başında kutlanıyor. Good Friday`den onceki 46 günlük oruç döneminin öncesindeki Salı günü yemek yenmesini hatırlatmak amacıyla bu adı vermişler. İngilizler aynı günü günah çıkartmaya ayırmışlar, “Shrove Tuesday” diyorlar. Yani İngilizler günah çıkartırken, Fransızlar tıka basa yemek yemeyi tercih etmiş.
Benim yaz yaz bitiremediğim New Orleans hakkında şarkı da yapa yapa bitirememişler. Sanki New Orleans`la ilgili şarkı yapmayan aforoz ediliyor. Yılmaz Erdoğan bile bir şiirinde New Orleans`dan bahsetmiş. Binlerce şarkıdan 15 tanesini bu yazıya dahil edebiliyorum. Sizinde aklınıza gelen başka şarkılar varsa comment bölümüne eklersiniz.
City-Shot NOLA Playlist:
1. The Animals – House of the Rising Sun
2. Elvis Presley – New Orleans
3. Sting – Moon over Bourbon street
4. Louis Armstrong – Do you know what it means to miss New Orleans
5. Bob Dylan – Blind Willie Mctell
6. Johnny Cash – Big River
7. Fats Domino – Walking To New Orleans
8. Rolling Stones – Brown Sugar
9. Cher – Dar
12. Jon Bon Jovi – Queen Of New Orleans
13. Elton John – My Father’s Gun
14. Tom Waits – I Wish I Was In New Orleans
15. Bob Dylan – Mr. Tambourine Man
k Lady
10. Deep Purple – Speed King
11. Led Zeppelin – Royal Orleans