Empresyonizme; emprosyonist ressamlara, eserlere hayranlığım resim sanatına tutkum ile aynı anda başladı. 0nbeş onaltı yaşlarımdan itibaren evim, kütüphanem, bu grubun ressamlarının hayat hikayeleri ve eserlerinin yer aldığı kitaplarla doldu.Monet’de bu grubun en sevdiğim ressamlarından oldu. Her zaman sergilerinin takipçisi oldum. Bu sene de, dillere destan evine gitme görme şansım oldu.Güney Fransa ve Paris seyahatine çıkma kararı aldıktan sonra programıma mutlaka Monet’in evini de koymak istedim.
Sonra araştırınca Nevval Sevindi’nin yazısı ile,daha da büyük arzu duydum ve nasıl gidilir bilgisine de sahip olunca işim çok daha kolay oldu.En önemlisi de seyahat arkadaşlarım sevgili Raffi, Arlet ve kocaman aşkım da beni yanlız bırakmadılar.Bu harika günü önce Neval Sevindik’in yazısı ile sizlerle paylaşıyorum.Sonra da bu muhteşem evi ve bahçeyi gördükten sonra okuduğum ve anlattığı detaylarla beni şaşırtan Tülay Yıldız’ın Azgezmiş deki yazısı ile devam edeceğim. İki yazıda da çok güzel anlatımlar var, beni çok etkilediler, sizlerin de beğeneceğinizi düşünüyorum. Aralarına da kendi çektiğim fotoğrafları koymayı da ihmal etmedim. Siz de resim sanatını ve empresyonizmi seviyorsanız, giderseniz çok mutlu olacağınızdan eminim; sevgiler, sevgiler…
Monet’nin Giverny’deki evini gezmek tablolarda yürüyüşe çıkmak gibiydi


Fransız ressam Claude Monet, 50 yaşında, ününün doruğunda Paris’e 80 kilometre uzaklıktaki Giverny’de bir kır evi inşa ettirdi. Sekiz dönümlük bahçesini yapay göl ve çiçeklerle cennete dönüştürdü. 36 yıl boyunca pek çok tablosunu burada yaptı. Ölümünden sonra Fransız Akademisi’ne bağışlanan ev 1980’den bu yana ziyarete açık. Yıl boyunca resim ve doğa meraklılarının akınına uğruyor.

Paris’te, dini bir tatilden dolayı uzun bir hafta sonuna denk geldim ve boşalmış kent yerine empresyonist Monet’nin bahçesini seyretmeye karar verdim.
İnternetten tren biletinizi satın alabilirsiniz. Vernon’a bilet aldıktan sonra Saint Lazare Garı’na gidiyorsunuz ve peronda kalabalık turist gruplarıyla karşılaşıyorsunuz. Bir kahve almaya ayrılıp geri döndüğümde tren dolmuştu. Neyse ki bir yer bulup oturdum. Sonra gelen turistlerin ayakta bir saat gideceğini bilerek binmesi ilginçti.
OTOBÜS, TREN DOLUSU TURİST
İlk durak Montes La Jolie. Kent merkezi dışındaki semtlerin de imar denetimi altında olduğunu, 30 katlı bina yapılmadığını ve biri uzun diğeri kısa yapıların yan yana dizilmediğini seyrederek gidiyorsunuz. Abuk sabuk renklerde boyanmış veya hiç boyasız bina görmeniz zaten imkansız. Türkiye’de denetimci devlet düşman olarak görülür.Fransa’nın her yerinde devlet ve Fransız kimliği var. Bahçe içindeki evlerde, 4-5 katlı apartmanlarda kimse “özgür” mimar ya da yapsatçı olamıyor. Bu güneşli ülkede çatılar güneş panelleri, iğrenç depolar ve ıvır zıvırla görsel kirliliğe maruz kalmamış.
O nedenle Fransa toplam nüfusundan daha fazla turist alıyor her yıl.
Bunları düşünürken Vernon’a geldiğimiz anons edildi. Buradan otobüslerle Giverny’e gidiliyor. Gidiş-dönüş 6.50 Euro. Otobüsler ağzına kadar dolu, kuyruk kıyamet. Üç otobüs doldu taştı ve ayakta birçok yaşlı Amerikalı ile yola çıktık. 20 dakika sürecek bu yolculuk yeşil tarlalar, ağaçlıklar ve çiçekler arasından küçük bir köye geliyor.
YEŞİL PANJURLAR, NİLÜFERLER
Claude Monet’nin müze evinin önünde uzun bir kuyruk var. Yaklaşık bir saat beklemeden içeri giremiyorsunuz. Yeşil panjurlu evin kapısında dünyanın her yerinden insan bekliyor. Elle yapılmış dondurma satıyor bir genç kız, yanda sandviç satan yer hemen müşterilerle doluyor. Beklerken yemekle eğleniyor millet. En güzel görüntü çocuklar: Fransız kültürünün önemli bir ismi olan Monet’yi öğretmek için ana okulları 4-5 yaşındaki bebeleri getirmiş. Ellerinde Monet’nin resmi, önce cismen tanıyıp zihinlerine nakş ediliyor. Bizde 15 yaşındakileri bile çocuk gören ebeveynleri düşününce bu yavruları gezdiren öğretmenlere imrenerek baktım. Fransız kültürünü ve dilini hakkıyla öğretmeye eğitim sistemi diyorlar burada.
Ev ve bahçeden çok etkilendim, ama Nevval Sevindi’nin anlattığı gibi yuva çocuklarını da çokça görmek de o kadar çok etkiledi, hemen fotoğrafladım.
İlkokul çocukları da kuyruklar halinde geçiyor yanımızdan. Paris’in tüm müze ve kültür mekanlarında çocuklar eğitimde. Neden bir Fransız diliyle, kültürüyle övünür; sanırım anlaşılıyor.Yeşil kapıdan bilet almaya yaklaşınca evin girişinde kocaman bir Monet fotoğrafı “hoş geldin” der gibi. Dalgın bakışlarıyla şunu diyor bize yıllar öncesinden: “Hayatımdan ressamlığımı ve bahçeciliğimi çıkarırsanız hiçbir işe yaramam.”
Resimlerindeki olağanüstü çiçekler, nilüferler ve kadınlar bu yeşil evin bahçesinde yaşıyor. Monet biraz sonra gelecekmiş gibi… Göz alıcı renklerle, kokularla dolu bahçe birden önünüze sere serpe düşüveriyor. Sağda yemyeşil boyalı panjurlu evin sempatik varlığıyla her şey bir resme dönüşüyor aniden. İçerideki turistleri kafanızda ayıklayınca bir Monet tablosunda dolaşıyorsunuz.
ÇOCUKLAR USTAYLA TANIŞIYOR
Evin içinde hasır koltuk takımlarıyla sade ve rahat bir atmosfer var. Yazı masası, sehpalar, oymalı bir sandık, kitapların durduğu masa ve yanıbaşımda yine çocuklar. Öğretmenleri Monet’nin hayatını anlatıyor kısık bir sesle. Bağırış, çağırış yok.
Yatak odasında karısı ve çocuklarıyla fotoğrafları, pencereden şahane bir bahçe manzarası görünüyor. Yatağın başucunda karısı öldükten sonra evlendiği Madam Hoschede. Madamın ilk eşi, Monet’nin hamisi Ernest Hoschede varlıklı bir tüccarmış, lüks ürünler pazarlıyormuş. Modern sanata meraklıymış. Günlüğüne şunu yazmış: ”Oğlumu bugüne kadar mağazada bir hafta sürekli gören olmadı hiç, zaten her gününü bence Louvre‘da geçirmeli.”
Monet, 1876’da Ernest and Alice Hoschede çiftiyle tanıştı. Koleksiyoner Ernest Hoschedé, evi için dekoratif paneller sipariş etmişti. 1877’de iflas etmesi, empresyonist sanatçılara, özellikle de Monet’ye büyük bir darbe oldu. Hasta eşi Camille ve çocuklarını alıp, yazı geçirmek için Hoschede çiftinin evine yerleşti. Fakat misafirlik uzun sürdü. Ernest çoğunlukla Paris’teydi, sonra Belçika’ya kaçtı.
DUVARDAKİ JAPON RESSAMLAR
Claude ve Camille’in ikinci çocukları doğmuştu. İyice zayıf düşen Madame Monet tüberkülozdan öldü. Monet, onu ölüm yatağında resmetti. Camille’in ölümünden sonra Monet, Alice ile yaşamaya devam eder. Alice, kendi altı çocuğuyla birlikte Monet’nin çocukları Jean ve Michael’e bakar. Ernest ölür, 1892’de Monet’le evlenir.
Camille’in ölümünden sonra yas içindeki Monet, bir daha asla yoksulluk batağına düşmeme kararını verir ve en güzel eserlerini yaratmak üzere çaba harcamaya başlar.
Alice, ve Claude Monet çocuklarla beraber 1883’te Vernon’a ve sonrasında Giverny’e yerleşir.
Hayatlar akmakta bu sakin duvarların ardında…
Bütün duvarlar resimlerle süslü, sadece Monet tabloları değil. Onu ilk tanıyanlar için ilgi çekici derecede çok sayıda Japon resmi asılı duvarlarda. Hokusai (1760-1849), Sadahide (1807-1873), Utamaro (1753-1806) ve Kunisada’nın yaptığı çıplak, yıkanan Japon kadınlar… Hepsi olağanüstü. Monet’yi etkileyen Doğu’nun bu çarpıcı desen ve duyuşu.
Küçük bir dikiş odasından geçip merdivenleri iniyorum. Sapsarı bir yemek odası. Kocaman ve ferah. Duvarlarda resimler kıymetli tablolarla Japon resimleri kucaklaşmış gibi.
Yoshiku’nun hamamda yıkanan kadınları seyrediyor bizi. Çapkın bir gülüşle.
Mutfak mavi çinilerle süslü, masmavi bir bulut gibi renklendirilmiş. Kuzina bütün haşmetiyle sağda kapının yanında. Sanki anneannem gülümsüyor bana. Sarılsam mı acaba şu kuzinaya?
Ama ocakta ateş yok.
Şahane bahçede neler yok ki… Yapay gölün üstünde Japon köprüleri ve üzerinden sarkan beyaz ve mor salkımlar… Salkımlar… Rüya gibi.
Gölün üzerinde nilüferler… Ona saçlarını eğmiş salkım söğütler…
Monet’in favorisi olan süsenler, mor irisler, Japon irisleri ve zambaklar…
Kırmızı lalelere bakarken düşünüyorum Türkiye’de kimse ağaç, çiçek adı bilmez bu çocuklara çiçekleri öğretiyorlar.
SEVDİĞİ ÇİÇEKLERİN TOHUMLARI SATILIYOR
Monet kocaman bir endüstri artık. Sevdiği çiçeklerin tohumlarını, resimlerinden yapılmış kağıtlarla ambalajlayıp satıyorlar. Buralara ne güzel AVM yapılır abi, demeden yığınla para kazanıyorlar.
Ünlü tablosu “Giverny’de Bahçe” önümde aslı uzanırken daha bir anlamlı. Ya da “Suda Nilüferler” tablosu ışık oyunlarına boğulmuş yanımda dururken fotoğraf çekmek az geliyor. Bu hissi duymak harika!
İyi ki buradayım demek. Küçük Giverny köyü bahçeler içinde kafeleri, restoranları makul fiyatlarıyla yorgunluğunuzu alıyor.
Sonra empresyonistler müzesini gezip, Monet’nin mezarına gidebilirsiniz. Sade bir mermer Claude Monet’nin mezarı.
Rahat uyu mirasına iyi bakıyorlar.
BABASI BAKKAL OLMASINI İSTEMİŞTİ
Fransız izlenimci ressam Claude Monet (14 Kasım 1840 – 5 Aralık 1926), Oscar-Claude Monet veya Claude Oscar Monet olarak da bilinir. İzlenimcilik terimi, Monet’nin “İzlenim: Gün Doğumu” adlı resminden geliyor. İzlenimcilik, modern resim sanatındaki ilk büyük devrimci hareket. Monet, resimlerinde fırça darbeleriyle oluşturduğu değişik renklerde noktalarla istediği izlenimi uyandıracak renk ve ışık etkisini yaratmayı başardı.
Babası bakkaldı, oğlunun aile mesleğini seçmesini istiyordu. Annesi şarkıcı olan Claude, sanatı tercih etti. Le Havre’da ortaokula başladı. Önceleri 10–12 franga sattığı karakalem karikatürleriyle çevresinde tanındı. Manet, Degas, Renoir, Cezanne, Pissaro, Sisley gibi ünlü ressamlarla çağdaş ve dosttu.
Dramatik yaşamında iki eşinin ve oğlunun ölümünü gördü. 86 yaşında öldü.
Tülay Yıldız, Monet’in evinin detaylarını o kadar güzel anlatmış ki ben de okuduktan sonra gördüklerimi tekrar hatırladım ve daha iyi değerlendirdim. İyi ki paylaşmış…
“Claude Monet’nin 43 yaşında Paris’ten ayrılıp Giverny’ye taşınma sebebi, 16 yaşında başladığı resim serüvenine yeni renkler katmak. 86 yaşında ölen Claude Monet’nin yaşamının tam ortasında yerleştiği Giverny, her insanın ömrünü uzatacak güzellikte ve düzende bir köy.
Sadece Monet’nin dillere destan bahçesi ve evi değil, köydeki tüm bahçeler ve evler inanılmaz güzellikte, her yer çiçeklerle bezeli. Tüm binalar sanki çevrelerindeki çiçeklerle yarış edercesine rengarenk boyalı. Bir sokağı döndüğünüzde karşınıza çıkan taş yapının pencere pervazlarının cam göbeği maviye, kapılarının koyu bir turuncuya, bahçe parmaklıklarının gül kurusu rengine boyalı olduğunu görüyorsunuz. Bahçedeki çeşit çeşit çiçekte de bu renklerin olması büyüleyici bir renk cümbüşü oluşturuyor.
Köyde ev sayısı kadar resim atölyesi var. Aslında, köyü gezerken “Böyle bir yerde yaşayıpta ressam olmamak imkansız” diye düşünüyor insan. Sokak kahveleri, küçük lokantalar, hep bu çok renk ve çok çiçek stilinde düzenlenmiş. Çevrenin güzelliği insanlara da yansımış olacak ki, akşam arabası ile işinden dönüp evine girerken gördüğünüz insanların yüzündeki mutluluk ışığı uzaktan bile seziliyor. 1840 yılında Paris’te doğan, 16 yaşında ilk sergisini açan, tuvale ışığı en iyi yansıtan ressam olarak ünlü Claude Monet işte böyle bir köyde yaşamının 43 yılını geçirmiş şanslı bir insan. Giverny ona zenginlik, mutluluk ve şöhret de getirmiş.
Sanatçının dönümlerce çiçek bahçesinin ortasında yer alan 10 odalı evi, köyün en büyük ve en güzel evi. Evi gezerken orada yaşayan insanın renk ve resim tutkusunu sezmemek mümkün değil. Tüm odalar birbirinden farklı dekore edilmiş ama duvarlardaki tablolarda ağırlık Uzakdoğu motifleri. Sanatçının ikinci kattaki yatak odasının neredeyse tüm duvarları camekan. Tamamen açılabilen bu pencerelerden bahçenin görüntüsünü kelimelerle anlatmak mümkün değil. Zemin kattaki atölyesi ise resme ilgi duyan herkesin yüreğini hoplatacak güzelikte. Yaklaşık 300 metrekare genişliğindeki atölye, tavanındaki dev bir pencereden aydınlanıyor.
Şimdi bu salon, sanatçının bir kısım orijinal eserlerinin sergilendiği ve hediyelik eşyalar, kitaplar ile afişlerin satıldığı alan olarak kullanılıyor. Tüm mobilyaları, duvarları hatta süs eşyaları bile sarı olan, pencerelerinden bahçenin tüm güzelliği seyredilebilen koskoca yemek odasında, yemek yemeye ve şarap içmeye düşkün olduğu yapısından da belli olan sanatçı, bir çok davet vermiş. Yemek odasının mutfağa açılan kapısından geçtiğinizde ise bambaşka bir alemle karşılaşıyorsunuz. Yine camlarından binbir çiçekle bezenmiş bahçe görünen, bu kez fayansları, zemin kaplaması, rafları masmavi bir mekan. “O koskoca yemek odasında ağırlanacak konuklara ancak bu büyük mutfakta hazırlanan yemekler yeterli olur” diye düşünüyor insan. Bu güzel evde mutlu, uzun bir yaşam süren Claude Monet, dünya sanat tarihinde önemli bir yer kaplayan empresyonizm akımının yaratıcısı.
Sanatçının 1874 yılında Paris’te açılan bir sergiye gönderdiği “İzlenim, Doğan Güneş” adlı tablosu “İzlenimcilik – Empresyonizm” akımının isim babası oldu. Tabloların ana temasını görüntüler yerine ressamın kendi duygularının oluşturduğu bu akımın sadece isim babası değil Claude Monet, aynı zamanda kalbi ve ruhu. 19. yüzyıl Paris’nde sanatçıların yaşamında çalışmaya değil eğlenmeye daha çok yer ayrılıyordu. Tüm sanatçılar bohem yaşantıyı tercih ederken, empresyonistler çalışmayı tercih ettiler. En çalışkanları da Monet idi. Aslında sanatçıların ilgi ve para görmediği bu dönemde çalışmak hem de çok çalışmak herkesin harcı değildi. Ünlü empresyonist Renoir tüm arkadaşlarının duygularını şu sözlerle dile getiriyor: “Sevgili Monet’miz olmasa, bize cesaret vermese, hepimiz vazgeçerdik.”
Kendi deyimi ile bir köle gibi çalışan Monet’nin günde 10-15 tuval tamamladığı oluyordu. Empresyonizmin bu en verimli ressamı ışığa olan tutkusu ile tek bir konuyu bile defalarca işliyor, ışığın en iyi yansıdığı görüntüyü vermeye çalışıyordu. Paris’te yaşadığı günlere bir çok tablosunu Seine nehri üzerinde bir tekne evde yapmıştı. Kentin köprülerinin sudaki yansımalarını suyun içinden en iyi biçimde izleyebileceğini düşündüğü için bu tekne eve yerleşmişti.
Sanat tarihinin en sistemli çalışması olarak bilinen “Katedraller” dizisi için iki yıl çalışan Monet, hayranı olduğu Rouen katedralinin günün çeşitli saatlerinde, farklı ışık yansımalarında, günde 15′e varan tablosunu yaparken, geceleri kabuslar gördüğünü, rengarenk katedrallerin üzerine yıkıldığını anlatıyordu dostlarına. Kendisini bu derece yoran çalışma sistemini, Giverny’deki evinin “Su Bahçesi”nde nilüferleri tuvale aktarırken de tekrarladı. Resim sanatına olan tutkusu ve büyük katkıları, uzun ve mutlu yaşantısı, ışığı tuvale aktarmadaki büyük yeteneği ile dünyada derin bir iz bırakan Claude Monet, resim yapmanın insanı hem çok mutlu hem de çok zengin edebileceğinin en etkileyici örneği.”
Sevdiğim, hayran olduğum yazarların, düşünürlerin, ressamların,sanatçıların hayat hikayelerini okumak beni hep çok etkilemiştir. Monet’in hayatı da bunlardan biri, belki bir gün daha uzun uzun paylaşırım.