Fatmanur Erdoğan İle

Sevgili Fatmanur Erdoğan  ile Ağustos ayında nihayet tanıştık, tesadüfen karşılaştık, hem de çok hoş bir tesadüf ile.Nihayet diyorum; çünkü ben kendisinin iki senedir “Kariyer Yolculuğu” blogunun takipçisiyim. Blog yazmaya başladığımda beni yazıları tarzı ile çok etkiledi, benim de onun gibi fayda yaratan, sevilerek okunan bir blogum olsun istedim.

Onun yazıları daha çok kariyer yolculuğunda olan gençleri hedef alırken ben de girişimci olmak isteyen gençleri hedeflemiştim.Blogunda iyi bir bloger olmanın tüyolarını da veriyordu. Benim için çok iyi bir yol gösterici oldu.Ne kadar başarılı oldum bilmiyorum ama yazılarını hep ilgiyle severek okudum.Sonra bu sene yayınlanan Beyaz Yakalı Girişimci” kitabının tanıtımını blogumda yaptığımda; yine tesadüfen telefonda konuştuk, tanıştık. Sonra da  bir Ağustos akşamı aynı masada yemek yediğimiz grupla fotoğraflar çekerken birbirimizi çekmeye çalışırken anladık ki,  bu sefer gerçekten karşılaşmıştık. Konuştuk sohbet ettik, sonra sevgili Fatmanur’u katıldığı bir panelde dinlemeye gittim. Eveet önce yazılarıyla tanıdığım, bu çok  güzel tatlı, kadını panelde ki söyleşisinde de beğenerek ilgiyle dinledim.

fotograf (99)

Artık birbirimizi daha çok tanıyorduk, ama  keşfetmediğimiz çok yönlerimiz olduğu da kesindi, en kısa sürede daha uzun süreli buluşmak ümidiyle birbirimizi aramaya haberleşmeye devam etmeye başladık. Önümüzdeki günlerde bir araya gelmeyi planlarken ben sizlere, sevgili Fatmanur’un blogunda ki kendi tanıtım yazısını, sizlerle paylaşmak istedim.Kendi anlatımıyla bu yaşam hikayesi de benim çok ilgiyle okuduğum Fatmanur Erdoğan yazılarından.  Sizin de blogunu ve kendisini çok seveceğinizi ve çok şeyler öğreneceğinize eminim.

res2

Hayatımın hiç bir döneminde doktor olmayı düşünmedim.

Çocukken “Büyüyünce ne olmak istersin?” diye sorduklarında ’henüz bilmiyorum’ cevabını verirdim. Daha çocuk yaşlardan itibaren ‘geleceği’ düşünmeyi yani yarına odaklanmayı öğreniyoruz. Öyle ki daha hayat hakkında fazla bir şey bilmeden bir seçim yapmamız bekleniyor bizden…

Dünyaya ciddi anlamda açılmaya üniversite yıllarımda başladım. Her gittiğim ülkede yeni fikirler, farklı kişilikler, değişik hayatlar ve ilginç hikayelerle karşılaştım. Üniversitede kapitalizm üzerine yazdığım bir arguman’ın artık ateşli savunucusu değildim. Işletme fakültesindeki tezimi Japon Yönetim Sistemleri üzerine hazırlarken, dünyayı keşfetmekten ne kadar büyük haz aldığımı birkez daha farkettim.

Norveç’in fyord’ları hep çekmiştir beni. İş hayatıma dünya’nın en büyük petrokimya şirketlerinden bir tanesinde “Market Researcher” göreviyle başladım. Araştırma alanlarım Uruguay, Paraguay ve İsrail oldu. 13 kişiden oluşan departmanda aynı ülkeden iki kişi yoktu. Yeni dostlarım nezaket olsun diye benimle İngilizce konuşmuyorlardı yani. Ortak bir dile ihtiyaç vardı…İşte bu grup harikaydı.

İskandinavya’nın soğuklarına ara verip, Uzakdoğu’nun nemli sıcaklarına doğru yol almak isteğim, buradaki kültürleri anlamak ihtiyacımla birleşti. Hayat beni Norveç’ten Singapur’a sürükledi. Orada ilk önce bir Çinli, Koreli, Taiwan’lı, Singapurlu, Endonezyalı ve Malezyalıyı birbirinden nasıl ayırt edebileceğimi öğrendim. İsimler konusunda fazla sorun yoktu. Çoğu “Kim yada Lim”di zaten. Üstelik isimlerini söylemekten önce kartvizitlerini uzatıyorlardı. Uluslararası bir şirkette “Marketing Executive” olarak Hintli bir CEO ve Hong Kong’lu bir Pazarlama Direktörü ile çalıştım. 3 ırkın bir arada yaşadığı bu toplumda mücadele vermeyi gerçek anlamda öğrendim. Japonlar ile Çinliler arasındaki yönetim farklılıklarını ve Çinliler ile Türkler arasındaki benzerlikleri gördüm.

Biraz daha büyük oynamanın ve belki de okyanus’da surf yapmanın zamanı gelmişti.Kaliforniya bana kollarını açtı. Kendimi Amerika’nın en önemli ve en büyük Macintosh konferansı olan Mac Summit Konferansının organizasyonunda buldum. İlk olarak Apple Inc’in bir zamanlar CMO’su olan Guy Kawasaki’ye merhaba dedim. Dreamworks stüdyolarının yapımcıları, Dana Ashley gibi tasarım ve teknoloji dehalarının arasındaydım bir anda. O zamanlar bu gibi insanlarla tanışmanın öyle zor olmadığını bilmiyordum. Kumsalda otururken yanınızda Google.com’un kurucusunun bağdaş kurup sohbet etmeye başlayabileceği fikri pek yakın gelmiyordu.  Oysa Tom Peters, Sergio Zyman, John Gray, Don Pepper, Martha Roggers, George Stephanapolis, Michael Douglas, Stephen Hawkins gibi alanında isim yapmış başarılı isimlerle bir araya gelmenin o kadar da ulaşılmaz olmadığını gördüm.

Singapur’da Internet’le haşır neşir olmanın sadece üst düzey yöneticilere ait olduğu bir ortamdan, “teknoloji hepimiz içindir” diyen açık bir anlayışa yolculuktu Amerika’daki hayatım. Kaliforniya’nın “Internet Boom” adı verilen dönemine ayak basmamla yeni bir öğrenim süreci de böylece başlamış oldu.

Oldukça başarılı geçen bir organizasyonun arkasından yeni bir iş teklifine ve okyanus kenarında, 365 günü güneşli olan bir hayata evet dedim. “International Marketing Manager” göreviyle dünyanın dört bir yanında ve çok çeşitli kültürlerle reklam ve pazarlama stratejileri geliştirmek muhteşem bir deneyimdi. Internet’in doğuş yeri olan üniversitelerden biri olan University of California’da aldığım pazarlama eğitimimin içeriğini de etrafımdaki insanların ve iş dünyasının etkisiyle e-commerce, web design ve graphic design olarak genişlettim.  Bu süre içerisinde işim gereği dünyanın dört bir ucunu dolaşmaya devam ettim. Yolculuklarımda dostlarıma hikayelerimi anlattım. Dedim ki, “İnanamıyorum!…Bir iki gün önce bir beyin fırtınası yaptık bir oturumda. Bunlar şortlu ve sandaletli iş insanlarıydı. Kravat takmıyor, ceket etek giymiyorlardı. İş yerlerinde deniz koltukları vardı. Evlerinin garajlarından küçük bir bilgisayarla çalışıyorlardı. Ertesi gün fikirlerini beğenen biri çıkıyor, öyle ki fikrinize yatırım yapmak istiyorum diyordu. Bir anda bir şirket kurulup, bir grup “Angel Investor” ve “Venture Capital” sermayesi ile hayata geçiyordu… Bir sene sonra şirket 200 kişinin çalıştığı bir yer oluyordu. “Satışlar nasıl?” diyordum. “Henüz hiç satmadı.” diyorlardı. Muhteşem bir döngüydü bu. Diğer bir şirket “Satışlar çok ama kara geçemedik diyordu.” Dostum diyorum, burada hayat çok hızlı gidiyor. Öyle hızlı ki deniz, kum ve güneş olmasa bu hızda yaşamak pek mümkün olmazdı!

Bu arada öğrendiğim software programları her altı ayda bir ‘upgrade’ oluyordu. Oysa ben daha yeni öğrenmiştim bir önceki versiyonu kullanmayı! Yani daha adapte olmaya ve alışmaya zaman bile olmuyordu ki versiyon değişiyordu. Buradaki döngü, dünyanın hiç bir yerinde hissetmediğiniz kadar hızlıydı. Öyle ki eğer bu hız başınızı döndürmüyorsa, oradaki hayatın içinde olmadığınız söylenebilirdi.

Bu baş dönmesi yerini birkaç yıllık oturaklı bir e-biz dönemine bıraktı. Heyecan yerini iki kere düşünerek iş kurma ve daha tutucu yatırım yapma devresine çoktan bırakmıştı.Amerika’nın bu durgunluk döneminde, daha hareketli bir ortama atlamanın da benim için zamanı gelmişti…

Türkiye’ye döndüğümde kuralsız bir toplum düzeni ile karşılaştım. Arabayla Bodrum’a doğru yol alırken trafik kuralına uyduğum için camını şiddetle aşağı indiren bir sürücünün nazik sözlerine maruz kaldım. Haklıydı. Önemli olan toplumun oluşturduğu sistematikdi belkide. Yazılı olan kurallar değil. Kuralsız bir ortamın içerisinde oluşturulmuş bir sistem vardı. Alışılması, öğrenilmesi ve değiştirilmesi gereken.

‘Büyüyünce Ne Olmak İstersin?’ sorusunun cevabı “uluslararasılığı aşılayan bir elçi olmak” olarak ifade buldu bende.

1004831_10151812013179311_2086940748_n

Sevgili Fatmanur ile kesişen, ortak  çok konumuz var, en kısa zamanda uzun uzun sohbet imkanımız olacağı buluşmalarda bir arada olmak dileğimle sevgiler, sevgiler

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s