Can Oba‘ya uzun zamandır gitmek istiyordum, sonunda arkadaşım rezervasyon yaptı, üç arkadaş beraber gittik. Harika bir hava, ılık yarı bulutlu yarı güneşli bir İstanbul günü… Şimdiye kadar gitmediğim ama Sirkeci’de ünlü bir sokak Hocapaşa’dayız. Esnaf lokantaları çoğu kendi alanlarında ünlü, ortada Hocapaşa camii var. Öğle yemeği için gidiyoruz. Camiye namaz için girenler, masamızdan gözüküyor, çok hoş mini bir meydana açılan sokaklar, ve esnaf lokantaları arasında Can Oba’nın yeri. Üstünde adı yazmasa bulmak zor.
Mekan eskiden ıslama köfteciymiş.Değiştirilmemiş, masalar, örtüler, diğer esnaf lokantaları gibi. Merakla bekliyoruz. Sonra zarif bir hanım geliyor. Bizi masamıza yerleştiriyor. Biz hazır olunca da günün menüsünü tüm detayları ile anlatıyor.
Menü gününe göre değişiyormuş. Her şey günlük Can Oba tarafından, üçocak bir mikrodalga fırını olan minicik mutfakta herkesin önünde yapılıyor. İçeride beş masa, dışarıda biraz daha fazla…Biz hava güzel olduğu için dışarıdayız. Şaşkınlıkla çevreyi izliyor ve o çevrede, sunumu ve lezzeti görmek tatmak için sabırsızlanıyoruz.
Ama mutlaka baharda bir akşam yemeğinde içeride oturup Can Oba’yı seyrederek yemeliyiz. İçerde yer bulmak çok daha zor tabii. Çok fazla yiyen bir grup olmadığımız için üçümüz de birbirimizden tatmak niyetiyle üç ana yemek istiyoruz.
Başlangıç olarak da balık çorbası istiyoruz, tadımlık. Çorba da da ana yemeklerde de sunumlar da lezzetler de mükemmel şaşırtıcı. Diyecek kelime bulamıyoruz, seyredelim mi? yiyelim mi? Üçümüz de ortaya yerleştirilen yemeklerimizden merakla tadıyoruz.
Anlatılırken bile heyecanlandıran bu muhteşem yemeklerin keyfini çıkarıyoruz. Portakal soslu levrek, cevizli ahtapotlu risotto, ve ayva ve elma ile yapılmış kuzu ciğer…Yemeklerde meyvelere çiçeklere çok yer verilmiş, hem lezzet, hem sunuma güzellikler katmış…. Üçümüz de neden risotta istedik bilemiyoruz. Çünkü genel de çok yediğimiz bir çeşit değil. Ama burada risotto başka güzel, favorimiz, oluyor….
Can Oba, Almanya’da Michelin yıldızlı şef Alfons Schuhbeck’in yanında çalışırken ailevi nedenlerden Türkiye’ye dönmeye karar vermiş. Parası ancak Sirkeci’de, kebapçıların arasında beş masalık bir mekana yetmiş. Evini ipotek edip, 40.000.-TL ile işe başlamış. Bu durum onu yıldırmak bir yana dahada kamçılamış. Bütün imkansızlıklara rağmen çok sevdiği işi, inandığı prensiplere göre hayata geçirmiş.
Şimdi Türkiye’nin en çok konuşulan şeflerinden biri. Vedat Milor onun için “Paris’te olsa adı Michelin Rehberi’nde geçerdi” diyor. Bugünlerde bir de televizyon programı hazırlığında olan Can Oba, aynı zamanda sohbeti çok keyifli bir şef. Mutlaka masalara uğrayıp hem yemekleriyle ilgili, hem farklı konularda sohbet etmeyi seviyor. Son derece mütevazi, kendini, işini, nasıl yola çıktığını çok keyifle anlatıyor.Çünkü mutlu olduğu işi yapıyor. Sabah çok erken kalkıyor, kendi anlatımıyla akbili basıyorum, geliyorum diyor. Amacı gençlere iyi bir örnek olmak…ve burada tutunmak… Gerçek bir hayatta kalma mücadelesi.
Gelecek hedeflerinde 40-45 kişilik bir yere taşınmak var… Hayalindeki yerini “Ben salaş mekan seviyorum. Deniz kenarında, ağaçlar altında, ışıklı, tahta masa-sandalyeli bir yer mesela… O tahta masa çürük olabilir. Önemli değil. Bana gelen iyi yemek yemeye gelsin.” diye anlatıyor. Yakında bir televizyon programı başlayacakmış, programı hakkında; “Her bölümde özel bir reçete vereceğim. Herkesin ulaşabileceği, ucuz malzemelerle yapılan yemekler olacak. Konuklar olabilir. Organik mutfağın üstüne biraz eğileceğiz. Bilgilendirici bir program olacak.” diyor, ve devam ediyor.
“Mutfak 1.5 metrekare. Bir mikrodalgam, bir de üç göz ocağım…” Açıldığında ikiye böldüm restoranı. Bir kebap ustası aldım işe. Kirayı çıkarmak için onun yaptığı döneri sattım. Öbür bölümde de kendi menümü yaptım. İlk zamanlar hem garsonluk hem bulaşıkçılık hem de aşçılık yapıyordum. Şimdi üç kişiyiz. Biri iş bulamıyordu, geldi, aldım işe. Bulaşıkçı bir kız vardı, onu da aldım, eğittim. Şu anda rizotto yapıyor, tatlı yapıyor. Bir de çırak var… İlla okullu olmasına gerek yok birinin benimle çalışması için. İstersen her şeyi yaparsın. Onları seviyorum ben. Yemeklerin hepsini ben yapıyorum ama. Onlar eşlik ediyor. Dondurmamı, mayonezimi, ketçabımı, ekmeğimi, çikolatamı kendim yapıyorum bu imkansızlıklarla. Meydan okumak budur; üç kişiyle bütün Türkiye gastronomisine meydan okuyorum. “Masalar boş aslında ama strateji yapıyor, doluyum deyip kabul etmiyor” diye eleştiriyorlar. Yok öyle bir şey. Benim bir kapasitem var. Masa boş diye oraya seni alırsam akşam gelen adama ne yedireceğim? Buraya gelenlerin çoğu Michelin yıldızlı restoranlarda yemek yemiş, kıyaslama yapabilecek insanlar. Beş kıtada yemek yemiş adama “Abi bugün böyle çıktı malzeme” diyemezsin. Onları memnun etmek zor. Bir ayda beş masa negatif düşüncelerle ayrılsın, işiniz biter. O yüzden hiç kaytarma lüksüm yok. Hayat prensibimdir; kendi önüme gelecekmiş gibi yaparım her yemeği. Gençlere şunu söylemek lazım; çok seviyorlarsa yapsınlar bu işi. Çünkü hem iş olarak ağır hemde sorumluluğu çok ağır. Özel hayatınızdan feragat etmeniz lazım. Ben bekar kaldım bu iş yüzünden.”
Can Oba’nın yemekleri harika, sohbeti harika… Gençlere, girişimcilere verdiği mesajlar çok değerli…Biz çok keyif aldık. Tekrar gitmek üzere ortak karar aldık.Anlattığım herkes de aman biz de gidelim diyor. Bu çok özel mekanda, muhteşem yemekler, harika sohbet, çok özel bir girişimci hikayesi ve kalitesi lezzeti ile hiç uyuşmayan makul fiyatlar var. Hala gitmediyseniz, bir an önce rezervasyon yapın, çok beklemeye sabrınız yoksa, akşamlardan özellikle Cumartesi akşamından vazgeçip bir öğle yemeğini deneyin. Nasıl olsa sonra yine gitmek bütün yemeklerden tatmak isteyeceksiniz.
Biz yemeği peynir tatlısı ile bitirdik. Bu güzel günü, sohbeti de tatlıyla bitirmekte yarar var.Sevgiler, sevgiler…