Çok akıcı,dolu dolu yaşanan, güzel günler,sonunda Cuma sabahı,çok sevdiğimiz bir arkadaşımıza, yine çok sevdiğim bir arkadaşımla taziyeye gidiyoruz . Moda da deniz kenarında bir apartmanın, üst katı, arkadaşım gülen yüzü sevgi dolu kalbiyle bize kapıyı açıyor. Kapı açıldığında arkadaşımızın sevgi dolu yüzünün hemen arkasında, çok güzel bir fotoğraf, nasıl içimizi ısıtıyor.Sokağın soğuğu, salondan girince, kendimizi içindeymiş gibi hissettiğimiz, denizin sesi martıların çığlıkları sadece fonda kalıyor. Yüreğimizde, fotoğrafta elele tutuşmuş deniz kenarında yürüyen iki güzel insanın resmi. Arkadaşımız, iki sene önce hep beraber çıktıkları bir Hawaii seyahatinde, sahilde, kumlar üstünde yürürken anne ve babasını çekmiş. Anne üç sene evvel alzaymır oluyor, aile çok üzgün, ama hep bir arada annelerini bir çocuk şefkatiyle kucaklıyorlar. Baba en sevdiği insanın yanından hiç ayrılmıyor, elini bırakmıyor. Mavili, bejli giysiler giymişler. Annenin başında şapkası,mavi gömleğinin üzerinde ışıltılı renklerde desenler var. Yüzünde küçük çocuk kadar mutlu bir tebessüm, yanında sevgiyle bakan, sıkı sıkı elini tutan can yoldaşı kocası. Bırakma beni, ben burdayım haykırışı içinde. İkisi de seksen yaş civarında. Anneyi birbuçuk sene önce kaybediyorlar, geçen ay da babayı. Baba da sonunda hayat arkadaşınla buluşmaya, ve sevgiyi yaratan, sevgili tanrısına kavuşmaya gidiyor.
“Sevmek bu kadar guzelse ,kimbilir sevmeyi yaratan ne kadar guzeldir” Mevlana
Sözler bitmiyor, ama ilk girişte zaten, herşeyi dinlemiş, anlamış, öğrenmiş olmaktan, öte duygularla tekrar hayatın içine karışıyoruz.
Günün diğer yapılacakları, toplantılar, çalışmalar, ve sonra birşeyler mıknatıs gibi çekiyor, kocaman aşkım ve çok sevdiğim bir arkadaşımla buluşup Zenne’ye gidiyoruz.hiç sorgusuz, hiç tereddütsüz, çağrılmışız gibi. Üçümüz de seyrederken donuyoruz, sarsılıyoruz, konuşamıyoruz, nefessiz sonunu bekliyoruz. Filmi anlatmama gerek yok. Bu yıl 48.Antalya Altın Portakal Film Festivalinde 5 ödül aldı,yılın en iyi filmi, görüntüler, oyuncular, müzik, danslar, çok iyi.
Yönetmenler Caner Alper, Mehmet Binay, Oyuncular Kerem Can, Giovanni Arvaneh, Erkan Avci, Tilbe Saran,Rüçhan Çalışkur
Eleştirilecek yanları da olabilir , ama yapmak istemiyorum. Benim genel tercihim hep mutluluk enerji veren filmler olmasına rağmen Zenne’yi görmek istİiyorum. Ödülleri, gerçek hikayeden yola çıkılmış olması,tam bilemediğimiz bir dünyaya ait oluşu beni çekiyor. Belki çoğumuz bilmesek, yaşamasak da hayatımızdaki gerçeklerden biri. Film annelerin, babaların çocukların dramı, üç arkadaşın hikayesi.İnsan inanmakta zorluk çekiyor. Kadınların yok sayıldığı, bir coğrafyada, belliki zamanında çok ezilmiş, kakılmış sevgi verilmemiş bir anne, oğlunun eşcinsel olduğunu öğrendiğinde, babaya nasıl eziyet ediyor,suçluyor,ve oğlunu öldürmeye zorluyor. Bu nasıl bir kültür, nasıl bir toplum yargısı, baskısı. Tanrı aşkından, sevgiden nasıl bu kadar uzak ve habersiz olabiliyorlar. Nasıl bu kadar gözleri kapalı, kulakları sağır….Uzun süre etkisinden kurtulamıyoruz, kurtuluş sadece ve sadece iyi insan olmak, tanrı sevgisini bilmek ve anlamak olduğunu bilmekten öte yapılacak tek şey ,acı da olsa gerçekleri paylaşmak, kaçmamak yok saymamak, ve hep beraber doğruyu bulmaya çalışmak….içimizdeki sevgiyi paylaşmak,
Yine keyifli bir koşturmayla başlayan Cumartesi akşamı , çok sevdiğimiz bir arkadaşımızın kına gecsine katılıyoruz. Çok davetli var, çok büyük bir salon, yok, yok. İkramlar, yemekler, hediyeler, kınalar, dövmeler, sanki kına gecesi değil, büyük bir panayır, şölen. Hertaraf rengarenk, gelinimiz çok güzel özel giysileriyle sonrada mavi bir tuvalatle aramızda dolaşıyor.Müzik, özel koro, solistler, orkestra, geleneksel tüm danslar, adetler. Bir köşede gözlemeler yapılıyor, bir köşede lokmalar, ayrıca yemeklerin bolluğu ve kalitesini söylememe gerek yok. Arkasından mükemmel bir tatlı servisi, Güllüoğlu çeşitleri ile .Özel giysili güzel kızlar ocaklarını kurmuşlar, kahveler yapılıyor. Böyle renkli, mutlu güzel bir gecede, masada yanıma çok sevdiğim bir arkadaşım geliyor,mutluluk saçan hep gülümseyen, hep pozitif hep ışıl, ışıl , hep renkli neşeli arkadaşım. Kendisini blogumda da anlattığım, çok sevilen arkadaşımla, yoğun müziğe rağmen sohbet etmeye çalışıyoruz. O anlattıkça beni şaşırtıyor. Devam ettikçe , şaşkınlığım, merakım çok daha fazla artıyor. Ben arkadaşımı geçtiğimiz ay, yazmaya çalışmıştım ama, yazılmamış çok şey olduğunu hissediyorum. Tekrar anlatırım, bunlar çok özel, değerli diyorum kendisine. Daha dikkatli dinlemek, not almak istiyorum, ve anlıyorum ki tüm hayatı böyle özel, herkesden daha farklı, daha mutlu ve pozitif olduğunu biliyordum ama bu kadarını ilk kez öğreniyorum. Sonunda gecenin en sarsıcı en etkileyici sözlerini duyuyorum. Arkadaşım herzamanki en doğal haliyle, diyorki; “Ben tanrının parçasıysam,zerresiysem , bunu hakedecek ,yansıtacak değerde, ışıltıda olmalıyım. Işık saçmalıyım.” Bunları söylerken kendinden son derece emin ve rahat. İşte içimizdeki, enerjinin,gücün, sihirli anahtarı.
Gecenin sonunda vedalaşıp eve dönerken çok sevdiğim yol arkadaşımla paylaşıyorum konuştuklarımızı. Her yerde bu sihirli anahtarı bulmaya çalışıyoruz. Mesneviyi anlamaya çalışıyoruz,ayrı ayrı tasavvuf sohbetlerine, katılıyoruz,yeni eski değerli düşünürleri, yazarları okuyoruz, konuşuyoruz, aslında arkadaşımızın hissettiği gibi, sihir, güç içimizde, sadece bizim onu dışarı çıkarabilmemizi bekliyor. Bu güç çıkmalı ki bizden de yansısın. Bizde kendimizi sevgili Handan’ımız gibi ışıktan bir küre gibi hissedelim.Yolumuz hergün sevgiden geçsin.