Cote d’Azur “mavi kıyı” Fransız Rivierası da denilen bölge. Provence-Alpes-Cote d’Azur bölgesinin bir parçası .Fransa’nın Akdeniz sahillindeki 18.yy dan beri önemli yazlık bölgesi. Sadece görmek istediğim değil, uzun uzun kalıp yaşamak istediğim yerler.Doğa, kültür, tarih,sanat, eşsiz lezzetler,muhteşem plajlarıyla ünlü festivaller beldesi, sahil şeridi, ve Alplere dayanan, koruma altına alınmış, orta çağdaki haliyle yaşayan minik yerleşim beldeleri.Hepsi birbirine çok yakın içiçe denebilecek mesafe de olağanüstü güzel yerler.
İtalyan sınırına geçince İtalyan Rivierası başlıyor.Ama Fransız sınırları için de de İtalyan kültürünün etkisi,izleri, çok.. Çünkü bölgenin çoğu yerinde 18.yy la kadar İtalyan hakimiyeti varmış. Hala konuşulan ortak bir dilleri var.Provance kültürü de böyle doğmuş.Şarapları doğal yetiştirilen sebzeleri,meyvaları, fesleğenleri, zeytiyağları, ile Provance Mutfağı çok ünlü, lezzetli.Lavantaları özel kokulu sabunları ile de çok bilinen bölgede yaşamın çok farklı güzellikleri bir arada. Güneşin renginin çok parlak olduğu bu yerlerde, özellikle emprosyonist ressamlar uzun, uzun yaşamışlar, çok ünlü esereler bırakmışlar.Her köşe heyacan verici,tariihi, artistik anılarla, güzelliklerle dolu.
Bu sene Haziran ayında; bu kültürü iyi bilen, bölgede bulunmuş, Paris’de uzun seneler yaşamış çok sevgili arkadaşımız Raffi, çok özel dost, tatlı eşi Arlet ile bir tatil planladık. Çok güzel geçti, umduğumuzdan çok daha keyifli, sürprizli, neşe, keyif dolu günler geçirdik. Gördüğümüz, gezdiğimiz yerler, tattığımız lezzetler kadar, bir o kadar da göremediğimiz, gezemediğimiz yerler listesi ile; tekrar tekrar gidip, uzun uzun kalmak dileklerimizle geri döndük. Raffi bize gittiğimiz her yerin, hatta gidemediklerimizin bile, tarihini, sosyal yaşamını, özellikle mutfak kültürünü, özel lezzetlerini tatlarını tariflerini de vererek, anlattı. Anlattıklarını bölgede yaşamış, yazarlar, düşünürler, ressamların anıları ile örnekledi. Bölgede yaşayan akrabalar, dostlarla da buluşunca seyahatin keyfi daha da arttı. Onun için anlatacak çok şey var.Başlamakta toparlamakta zorlanıyorum, ama gönlüme, aklıma ilk geldiği gibi paylaşacağım. Bakalım ne kadar, başarılı olacağım; bilmiyorum. Ama biliyorum ki bir kere de değil, bir kaç bölüm de yazmam lazım. Bu güzel anılar hep yaşasın. Seyahata Lyon’dan başladık. Havaalanından kiraladığımız arabamızla önce Marsil’ya ya geldik.
Marsilya’ya uğramamızın en önemli nedeni arkadaşlarımızın uzun süredir görmediği kuzeni ile buluşmak, beraber akşam yemeği yemek idi. Marsilya’ya daha önce de gitmiştim. Şehrin önemli yerlerini gezmiştim.Bu seyahatimizde önce şehir merkezine ve limana çok yakın olan otelimize yerleştik. Sonra da sevgili kuzen Talin’in rezervasyonu ile sahilde bir restorana doğru yola çıktık, trafik çok yoğundu, otoparklar da yer bulmak zordu. Gideceğimiz yere geç ulaştık, ama çok güzel bir akşam geçirdik.
Denizin üstünde , nerdeyse suların içinde ki restoranımız O’Pedalo da çok lezzetli yemekler yedik. Gündüz plaj olan restorantın önünde herkes gece de denize girip eğleniyordu.Hepimizin yedikleri, özellikle değişik sosları ile deniz mahsulleri çok güzeldi.Yediklerimizi özellikle sosları Raffi ile deneyeceğiz, sizlerle de paylaşırım. Restorant çok kalabalık ve neşeli idi. Arlet’in seneler sonrası kuzeni Talin ile buluşması çok güzeldi.
Senenin 300 günü güneşli olduğu söylenen Marsilya’da ikinci gidişimde hava kapalıydı.Bu tarihi liman şehrini daha sonra anlatmak üzere yazıma devam ediyorum.Sabah çok cezbedici olmayan liman kafesinde kahvaltımızı edip Nice’e doğru yola koyulduk.Yol üzerinde Avignon’a uğradık. Senelerce, özellikle çocukluk yıllarımda Zeynep Oral‘dan okuduğum, hayranlık duyduğum hep oralarda olmak istediğim; ünlü tiyatro festivallerinin yapıldığı ortaçağ kenti. Avignon rüya gibi, hayal ettiğimden daha güzel, etkileyici idi.
Fransa’nın güneyinde, Provence bölgesinde yer alan AVİGNON, küçük olmasına rağmen tarihi binaları, tüm etrafını saran surları, dünyaca ünlü köprüsü ve tiyatro festivaliyle biliniyor. Değişik yerleri keşfetmek isteyenler için Avignon gerçek bir hazine. İster şehrin dar sokaklarında dolaşın, ister çevresindeki Luberon, Camargue gibi bölgeleri gezin, sıkılmaya hiç vaktiniz olmayacak. Tarihi ve çoğrafi güzelliğinin yanı sıra güneye has lezzetlerle (zeytinyağı, sarımsak, defne, kekik, fesleğen) pişirilen sebze, et, av eti ve balıklardan oluşan Provence mutfağı da son derece ilgi çekici. Şarap meraklıları için özel bir yeri olan Avignon, aynı zamanda da ünlü Cotes du Rhone şaraplarının üretildiği bölge. Chateauneuf du Pape, Gigondas, Tavel ve Cotes du Rhones dünyaca bilinen şaraplardan bazıları.
Rhone Nehri’nin önünden geçtiği Avignon, önemini 12. yüzyılda inşa edilen köprüsüyle pekiştiriyor. 14. yüzyılda ise Papaların kullanım için; Avignon’a yerleşmesiyle şehir, Roma kadar üne kavuşmuş. Avignon büyüdükçe surların dışına taşmış. 14. yüzyılda inşa edilen surlar 4 kilometre uzunluğunda ve 39 kule ile yedi ana kapıya sahip.
SAINT BENEZET KÖPRÜSÜ
Avignon tarihinin en önemli eseri olan Saint Benezet Köprüsü, tüm dünyada adını taşıyan şarkısıyla biliniyor. İnşaatına 12. yüzyılda başlanan köprünün bugün sadece yarısı ayakta kalmış durumda. Rhones Nehri’nin taşkın sularından birkaç kez zarar gören köprü 17.
yüzyıldan itibaren kendi haline bırakıldı.
UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer alan köprünün bugün sadece üç ayağı mevcut.
Köprünün adı ise genç çoban Benezet’ten geliyor.
Rivayete göre İsa, 1177 yılında Benezet’ten Rhone Nehri’nin üstünde bir köprü inşa etmesini istemiş. Köprünün ünlü şarkısı Sur le Pont d’Avignon (Avignon Köprüsü’nün Üstünde) tarihçesi bilinmese de Fransız besteci Adolphe Adam’ın 1853’te yazdığı Le Sourd ou l’Auberge pleine operetiyle bugünkü ününe kavuştu.
Avrupa’nın en büyük gotik sarayı olan Le Palais des Papes, 14. yüzyılda Papaların Avignon’u merkez seçmesiyle inşa edildi. 15.000 metrekare üzerine yayılan sarayda 20 değişik bölüm geziliyor. Bunlardan en enteresanı ise Papaların yatak odası olan bölüm. Bu bölümdeki duvarlar, ünlü İtalyan sanatçı Matteo Giovannetti’nin freskleriyle süslü. Yılda 650 bin kişinin ziyaret ettiği saray, Fransa’nın en çok gezilen 10 tarihi binasından biri. 1309 ile 1423 yılları arasında sarayda yedi papa yaşamış.
Sarayın tam karşısında ise L’Hotel des Monnaies binasını görebilirsiniz. Bu bina 2007’ye kadar konservatuvar olarak hizmet vermiş.
AVIGNON TİYATRO FESTİVALİ
Ünlü tiyatrocu Jean Vilar tarafından 1947 yılında kurulan Avignon Tiyatro Festivali, her sene temmuz ayında yapılıyor. 800 eserin sergilendiği festival, 570 bin kişi tarafından izleniyor. Festival ayı boyunca sokak gösterileri de gece geç saatlere kadar izlenebiliyor…
Avignon’da köprü ve Papaların sarayını gördükten sonra işin en keyifli yanı kalıyor geriye. Surların içinde yer alan küçük sokaklarda yüzlerce konak var. Papalar döneminden kalan bu konakların bahçeleri de görülmeye değer. Müzelerindeki zengin koleksiyonlar ise Avignon’un Papalar sayesinde kazandığı ihtişamı yansıtıyor. Bu müzeler arasında Petit Palais Müzesi, 18. ve 19.
yüzyıllara ait koleksiyonları ile mutlaka gezilmesi gerekenlerin başında yer alıyor.
Fransa’nın en önemli 32 müze listesinde yer alan Calvet Müzesi ise 28 bin eseriyle görülmeye değer bir başka yer. Van Gogh, Cezanne, Picasso gibi çağdaş sanatçıların eserleri ise Angladon Müzesi’nde sergileniyor.
Öğle yemeği için Provence ve Fransız mutfağının çok kaliteli yemeklerini yiyebileceğiniz çok şık restorantlar çok. Biz tercihimizi yorulduğumuz bölgede yaptık.Papa Sarayının hemen yanındaki meydanda La Boucherie’yi tercih ettik.Menüsü çok güzeldi, gelen her şey de çok lezzetliydi. Adından da anlaşılacağı gibi etleri muhteşemdi. Raffi çok özlediği, Araignee’yi çok severek ve beğenerek yedi. (çok özel bir et, hayvanın boyun kısmından yapılıyor, çok düzgün görünüşlü olmadığı için örümcek diye adlandırılmış.)
Ben genel tercihim salata seçtim, ama kaz ciğerli olandan. Bütün seyahat boyunca yenilenler içilenler hep bölgenin özelliklerini taşıyan çok lezzetli tercihlerdi..Hepsini anlatmak ayrı bir yazı ve gezi konusu olabilir. Bazılarını zaman, zaman paylaşmaya çalışacağım.Hamburgerleri diğer etleri,salataları da çok beğenildi.
. Bain-Marie, Regine Viaud ( mönüsündeki en ünlü yemek karidesli siyah rizotto) Christian Etienne, şıklığın ve zarafetin buluştuğu restoranlar olarak biliniyor. Hepsinde provence bölgesinin özel yemeklerini yiyebilirsiniz.
Alışveriş yapmak için otomobillerin girmediği Joseph Vernet ile St Agricol Sokaklarındaki mağazalara bakabilirsiniz. Ünlü markaların satıldığı dükkânların yanı sıra Provence bölgesine has olan kumaş, seramik ve çanak çömlekleri de göreceksiniz. Meşhur su değirmenleriyle Rue des Teinturiers Sokağı da mutlaka görülmesi gerekenler arasında.
Avignon’u yorulmadan gezmek isteyenler ise Le Palais des Papes Sarayı’nın önünden kalkan turistik trene binebilir. 120 kişilik trenler, şehrin tüm önemli bina ve sokaklarından geçiyor. Ayrıca nehir gezileri de yapılabilir..Eski çarşının içinde Lavanta Butik’de özel pano önünde fotoğraf çektirebilirisiniz.
Avignon’da keyfimiz, müthişken, Raffi ve Arlet bize çok güzel bir sürpriz yaparak harika bir Provence beldesi Pellion’a götürdüler.Nice yolunda; Nice’e 20 dakika mesafede, tepelerde; ortaçağ dönemindeki haliyle, muhteşem manzaraları ve doğasıyla, kaldığımız çok özel oteli ve otelin şeflerinin müthiş sunumu ile hiç unutmayacağımız çok özel bir gün daha geçirdik.Bir sonraki yazımda anlatmak üzere sevgiler, sevgiler….
Geri bildirim: Nice, Cannes, St.Tropez Ve… | yaz-gi
Merhabalar Meral Hanim,
Sahsima ait olan Marsilya’nin liman kenti anlatimi paragrafimin yazinizdan derhal cikarilmasini rica ediyorum. Blogumda yer alan yasal uyariyi okumadiginizi tahmin ediyorum.
http://gezgindirgezeninadi.blogspot.de/2012/05/akdenizin-300-gunu-gunesli-kenti.html
yine de ilginize tesekkürler,
Serap
Bu ara sayfama da girip bakmadım, uyarıyı da atlamışım. Çok beğendiğim için bir paragraf paylaşmıştım, hemen çıkarıyorum, kusura bakmayın…